Libya kaynıyor. Koltuğunu terk etmek istemeyen
Albay Muammer
Kaddafi, ordusunu
halkın üzerine sürdü.
Binlerce insan hayatını kaybetti. Belki bir müddet daha diktatoryasını devam ettirecek; ancak aşikar olan şu ki artık Libya eski Libya olarak kalamayacak ve yeni bir döneme girecek. Bu saatten sonra hiçbir güç (
silahlı güç buna dahil) Albay Kaddafi'yi orada tutamayacak. Zira halkın karşısında zorla, kaba kuvvetle, topla tüfekle durmak mümkün değil.
Tarih buna yüzlerce kere şahit oldu...
Eğer silah zoruyla
iktidarda kalmanın bir yolu olsaydı 30 yıldır iktidarda bulunan, Mısır'ın devrik lideri
Hüsnü Mübarek hâlâ Mısır'ı yönetiyor olurdu. Onlarca yıldır yapılan onca korkutma, sindirme, yıldırma faaliyetlerine rağmen halk sokağa dökülünce silahlı kuvvetin hiçbiri bir tiranı kurtaramıyor.
İşkence odalarından yükselen iniltiler zaman içinde korku surlarını paramparça edecek dev sayhalara dönüşüyor. Kendi halkının üzerine tank sürenler, kendi vatandaşına silah doğrultanlar, kendi menfaatleri uğruna ülkesini sefalete mahkum eden
Baas tiranları bir bir devriliyor. Bu herc-u merç daha bir süre devam edecek gibi. Dünyanın neresinde olursa olsun silah gücüyle iktidarı elinde tutanların her saniye kâbus göreceği bir döneme girmiş bulunuyoruz.
23 yıldır iktidar koltuğuna yapışmış Tunuslu
Bin Ali ile başlayan devriliş süreci ülkeden ülkeye sıçradı ve her uğradığı yeri tarumar etti. Sırada kim var bilinmiyor; ancak görünen o ki artık
darbeyle gelmiş ya da silahlı güçlere sırtını dayamış hiçbir anti-demokratik
yönetim ayakta kalamayacak. Her yerde yeni bir kargaşa, her yerde yeni bir oluşum. Dünya dengeleri yeniden değişiyor. Belli ki yeryüzü yeni bir dünyaya hamile. Peki nasıl bir dünya bekliyor insanlık?
Sadece
Ortadoğu değil, içten içe kaynayan. Mesela, dünyanın en istikrarlı ülkeleri bile
ekonomik kriz vesilesiyle büyük bir değişim ve dönüşümün eşiğinde.
Avrupa Birliği (AB) üyelerinden önemli bir kısmının yaşadığı kriz AB felsefesini zorluyor. Hakkını teslim edelim: Onca çile sonucu elde edilen siyasi kriterler ve demokratik standartlar hâlâ aydınlık bir ufku işaretliyor. Buna rağmen, ne yazık ki, vizyonsuz AB liderlerinin, birliğin ufkunu daraltıcı yaklaşımları
siyaseten de zor bir döneme girildiğini gösteriyor. Ekonomik olarak zaten çetin bir sürece çoktan girildi. Ekonomik bunalım, başta ortak para olmak üzere AB politikalarına duyulan güveni sarsmıştı.
Amerika'nın eski Amerika olmadığında şüphe yok. Milyarlarca dolar takviye edilmesine rağmen ekonomik canlanma henüz sağlanabilmiş değil. Uluslararası ilişkilerde eski popülaritesine kavuşması için muazzam bir çalışma yapması gerekiyor. İç güvenlik sendromu 11
Eylül terörist saldırısından sonra bütün politikaları etkileyecek hale geldi...
Dünyanın dört bir yanı büyük sarsıntılar yaşasa bile depremin şimdiki merkez üssü Ortadoğu. Bu dalganın ilk çarpacağı sahiller ise diktatörlükle yönetilen rejimler. Başta seçme seçilme hürriyeti olmak üzere demokratik taleplerin ardı arkası kesilmeyecek.
Onca umut veren gelişmeye rağmen kocaman bir soru işareti duruyor karşımızda: Bu muazzam kitleler yeni oluşumlara ne kadar hazır? Talep edilen demokratik haklar için yeterli siyasi altyapı var mı? Şayet talep edilenlerle talipler arasındaki sosyal ve siyasi köprüler vaktiyle inşa edilememişse, tiranlık sistemi sadece kılık değiştirir. Belki daha yumuşak, daha ılımlı bir rejim gelir bu ülkelere; ancak kitlelerin en tabii arzuları bir başka bahara ötelenebilir...
Vaktiyle çok büyük değişimleri çok
küçük analizlerle savuşturduğumuz için sırtımız minderden kalkmadı.
Sanayi inkılabı yaşanırken heder ettiğimiz fırsatlar, bizi dünyanın üçüncü ligine attı.
Bilim çağını da kaçırdık, teknoloji asrını da. Ve diyetini çok ağır ödedik. Şimdi yeni bir döneme adım attı
İslam dünyası. Bir ayağı demokratik bir sisteme doğru hareket eden Ortadoğu ülkelerinin, diğer ayağı boşlukta. Dünya ile entegre olmuş bir
Türkiye bu kritik süreçte çok önemli görevler üstlenebilir. Acılarla elde edilen demokrasimiz belli bir olgunluğa ulaştı.
Askerî darbe teşebbüslerinin yargı karşısında
hesap vermesi, bürokratik oligarşinin çatırdıyor olması,
vesayet sisteminin yerini demokratik
tercihlerin alması,
sivil toplum inisiyatifinin etkin hale gelmesi gibi oluşumlar Türkiye'yi önemli bir örnek haline getiriyor.
Peki, Türkiye bunun farkında mı? Maalesef yeterince farkında değil. İç siyasetin labirentlerinde partizanlık çeperlerine kafasını çarpa çarpa
sarhoş hale gelmiş siyasetçilerimiz ve medya mensuplarımız ne kadar hayati bir dönemeçten geçtiğimizin farkına varmazsa, bugünkü fırsatlar da uçup gidecek. Türkiye'nin önündeki en büyük engel Türkiye'nin bizzat kendisidir. Çapsız siyaset ile ufuksuz medya kafa kafaya verirse, bu toplumun da önü kapanır. Vesayet sisteminin ayakta kalması için bütün demokratik ve evrensel kriterlerden vazgeçen medyatik statüko, iç siyasetin küçük hesaplarında boğulmamızı istiyor. Oysa böyle bir tercih hem bu ülkeye çok zarar verecek hem yeryüzüne...
Yandaş medyanın maskesi düşünce
OdaTV baskınının perde arkası ortaya çıktıkça '
yandaş medya' uydurmasının kimler tarafından nasıl tezgâhlandığı da anlaşılmış oldu.
Karanlık odalarda birilerinin yaptığı,
basın özgürlüğü ile ilgili bir konu değil; resmen etki ajanlığı yapılmış. Bu vahim çalışmayı yapanları kınayacağına bazı meslektaşlarımız yine
hedef şaşırtıyor. Yok efendim Soner'in listesinde geçen isimler neden haberde yer almış? Onlarca
web sitesi o listeyi yayınladı ama listedekilerin bir kısmı ısrarla Zaman'ı hedef aldı. Sanki bilinmeyen bir listeyi deşifre etmişiz gibi efelenen arkadaşlar önce karanlık odanın karanlık zihniyetini eleştirsinler, sonra durumlarını izah etsinler. O malum listeyi yapana gıkı çıkmayanlar listeyi yayınlayanlardan alıyor hıncını. Madem çok rahatsız oldunuz ne diye hâlâ adamı basın özgürlüğü kapsamında savunmaya çalışıyorsunuz?
Balyoz Darbe Planı'nda tutuklanacak gazeteci listesini makaraya saran ve meslektaşlarına zerre miktar sahip çıkmayanlar, Oda'nın listesinde yer almaktan pek de rahatsız gözükmüyor olsa gerek ki, etki ajanlığı ile gazeteciliği; dolayısıyla da ajanlık faaliyetleri ile basın özgürlüğünü birbirinden ayıramıyor. Üstelik, liste her yerde yayınlanırken, Zaman'da yayınlanınca ayıp oluyor da, 'yandaş medya' diye davul zurna çalmak, ayıp olmuyor muydu? Oda'nın bütün taktiklerine ram olmanın ya da o duruma düşmenin
kimya bozan bir yönü var şüphesiz; çünkü bazılarının kırıta kırıta 'yandaş medya' propagandası yapması artık inandırıcı olmayacak...
Ordu içindeki
çürükler temizlenmek zorunda
Yaşanan onca hadise ispat ediyor ki, ordumuz içindeki bazı kişiler maalesef bu ordunun itibarını ayaklar altına çoktan almış.
Ergenekon, Balyoz,
karakol baskınları vs...
Hafta içinde kabul edilen
iddianame ile TSK içindeki '
fuhuş ve
casusluk çetesi'ni de anlamış olduk. Üzülmemek elde değil. Ancak unutmamak gerekiyor ki, TSK'nın itibarını korumak, ordu içindeki darbecilikten casusluğa kadar onca suç örgütlenmesini örtbas etmekten değil; çürük elmalardan kurtulmaktan geçiyor. Zanlılara sahip çıkar gibi görüntü vermek hem hukuken suça iştirak etmektir hem de ordumuzu itibarsız hale getirmektir.