Depremden ders çıkarmak


Her felaket, derin bir imtihanı getirir yanında. Sadece fertler değildir sınava tabi tutulan. Önce devletin insanı kucaklama çıtası çıkar ortaya. Sonra sivil toplum örgütlerinin duyarlılığı tartılır toplum vicdanında. Siyasetçinin boy aynasıdır böyle zor günler; kimin ne kadar laf cambazı, ne kadar gönül insanı olduğu anlaşılır böyle kara günlerde. Van depremi de öyle oldu. Yer, 7,2 büyüklüğünde sarsıldı. Kalplerdeki sarsıntının şiddetini ölçecek bir alet icat edilmedi henüz. Herkesin kendi duyarlılığı ölçüsünde Van'daki depremi hissettiğini gördük. Ve anladık ki doğusuyla batısıyla bu ülkenin en büyük zenginliği hâlâ bu ülkenin insan gerçeği. Vicdan sahibi herkes Van'daki kardeşleri için elinde avucunda ne varsa seferber oldu. Her yaştan, her kesimden insan, depremzedelere ulaşabilmek için muazzam bir gayret gösterdi. İktidarıyla muhalefetiyle herkes Van'a akın etti. Yardım kuruluşları, sivil toplum örgütleri çok seri bir şekilde deprem bölgesine ulaştı. Ve açıkça görüldü ki kalpleri aynı ritimle atan bir ülkeyi bölmek, parçalamak mümkün değil. Büyük fotoğrafa yakışmayan tablolar da yaşanmadı değil. BDP yine sınıfta kaldı mesela. BDP'li belediyeler de sınıfta kaldı şüphesiz. Başbakan Erdoğan'ın, "Polise taş atanlar şimdi ortada yok!" diyerek, Türkiye'nin en uzak şehirlerindeki belediyeler bile yardıma koşarken en yakın illerdeki BDP belediyelerinin aciz kalmasını hatırlatması, boşuna değil. Gerçekten de aciz kaldılar. İnsana hizmeti göz ardı ettikleri ve farklı konulara odaklandıkları için bu kadar beceriksiz çıkmaları normal. Başbakan da buna dikkat çekerek şöyle söylemiş: "Polis taşlamak, asker taşlamak, molotof atmak, sağı solu yıkmak için anında organize olanlar, bakıyorsunuz afet anında, şu anda, ortalıkta yok." Maalesef manzara aynen budur. Doğru zamanda doğru işi yapmak önemli. Mesela bazı bakanlar ve vekiller 'Bir maaşım Van için' dedi, sadece depremzedelerin değil; depremin acısını yüreğinde hisseden herkesin kalbine taht kurdu. Bazıları ise bu fedakârlığın sembolik değerini sanki algılayamadı. Yardımlaşmanın ihtişamını tastamam anlatmaya kelimeler yetmiyor; lakin yardım dağıtımı sırasında bazı sıkıntılar yaşandığı da ortada. Devletin bu tür felaket senaryolarına daha çok hazırlıklı olması şart. Ulusalcılık bir virüs gibi; olaylara hep semboller üzerinden bakıyor ve genel yargılarda bulunarak sağlıksız yorumlar yapıyor. İnsanî olanı da İslamî olanı da görmezden geliyor. Ülke, bayrak, asker, devlet gibi kavramların arkasına sığınılarak yapılan sathi değerlendirmeler deprem sırasında da yüzünü gösterdi. Deprem bölgesinde yaşayan insanları incitecek 'ırkçı söylemler'de bulunanlar oldu. Neyse ki bu ülkenin genel insan karakteri ırkçılığı fiilen reddediyor. Nitekim bu sefer de öyle oldu. Ağzından çıkanı kulağı duymayan insanlara verilen tepki tarihî şuur altımızın birikimiydi. MHP lideri Devlet Bahçeli'yi depremde gösterdiği civanmertlikten dolayı kutlamak lazım. "Depremi teröre bağlamak soysuzluktur!" sözü daha şimdiden tarihe mal olmuştur. Bir avuç 'ulusalcı'nın TV ve internet üzerinden yürüttüğü ırkçı yaklaşıma en sert ve anlamlı tepki Bahçeli'den geldi. Ülkü Ocakları'nın depremzedeler için yardım toplaması da ayakta alkışlanacak bir davranıştı. MHP ve kitlesi deprem yaklaşımıyla kendini ulusalcı-ırkçı çizgiden ayrıştırdı; özlenen milliyetçi-muhafazakâr günlerini hatırlattı. Sadece parti tabanı değil; Türkiye özlemişti bu birleştirici atmosferi... Allah bir daha böyle bir acı yaşatmasın. Bu en temel duamız. Ancak kavli dua yetmez fiili dua da gerekir. Yani herkesin (en başta da devletin) hazırlıklı olmasından, tedbirli davranmasından, yanlışlardan ders çıkarmasından başka çare yok. Felaket içinde felaket Dünyanın dört bir yanında üzücü hadiseler yaşanır ve medya bunu halkla paylaşmak zorundadır. Savaşlar, kazalar, ölümler, terör saldırıları, afetler... Bazılarının sandığı gibi bu tür haberlerin görüntüleri insanlarla rastgele paylaşılmaz. Öyle uluorta görüntü neşredenlerin yayıncılık sorumluluğundan bahsetmeleri de inandırıcı değildir. Daha açık söylemem gerekirse; bir deprem felaketinin haberleştirilmesinde dikkat edilmesi gereken çok önemli ayrıntılar bulunmakta. Türk medyası terör eylemleri ve felaketler konusunda düne göre daha dikkatli ve duyarlı; ancak hâlâ sorumlu yayıncılığın emekleme aşamasını geçebilmiş değil. Mesela bizim televizyonlarımızın haber sunumu hâlâ çığlıklar üzerine kurulu. Ne kadar çok feryat yükselirse o kadar çok seyrediliriz gibi bir şeye inanmışlar sanki. Ekranlara sık sık gelen manzaralara bakar mısınız: Birbirine sarılarak ağlayanlar, kan revan içinde sedyede yatanlar, enkazın altından kanlar içinde çıkarılan insanlar... Onca ürpertici görüntü yetmezmiş gibi bazı televizyonlar, görüntülerin altına efektler yerleştiriyor. Ambulans sirenleri, koşuşturmayı çağrıştıran ayak sesleri, nerede ne zaman kaydedildiği anlaşılmayan çığlıklar, ağlamalar, haykırmalar. İzleyicinin duygularını sömürmeye, tansiyonu sürekli yukarıda tutmaya, insanların yüreklerini ağzına getirmeye hiç mi hiç gerek yok. Daha kısa bir süre önce Japonya'da tsunami felaketi yaşandı, on binlerce insan hayatını kaybetti, evsiz yurtsuz kaldı. Bu haberin BBC'de ya da Euronews'te veriliş şekline bir bakın Allah aşkına. Bizdeki korkunç kurgudan eser yok. Bizdeki yayınlar insan ruhunda derin izler bırakacak bir abartıyla yapılıyor. Hem felakete maruz kalan insanların hakları ihlal ediliyor hem de seyircinin psikolojisi altüst ediliyor. Evet; Türk televizyonları düne göre daha duyarlı daha dikkatli; ancak büyük bir kısım itibarıyla uluslararası standartlardan hâlâ çok uzak. Hal böyle olunca felaket içinde felaket yaşıyoruz maalesef... PANORAMA Samanyolu TV harika bir iş yaptı ve ünlülerin katılımıyla deprem için yardım kampanyası gerçekleştirdi. Canlı yayında yapılan yardımlar 65 milyon TL'yi geçti. Bir gün sonra bazı TV kanalları da benzer bir yardım programı yaptı ve onlar da benzer bir rakama ulaştı. Yardımlaşma kültürüne yeni derinlik kazandıran bütün TV kanallarını da tebrik etmek gerekiyor. Örnek oldular, birlik ve kardeşlik duygularını pekiştirdiler. Alkışları hak ettiler... Yeni Bahar Dergisi son sayısında ilginç bir kapak konusunu tercih etmiş. "İffet ya hû" başlığı ile verilen dosyada çok hayati uyarılar yapılıyor. İnternet sitemize de alınan haber uzun zaman en çok okunanlar listesinde zirveyi korudu. Demek ki hayatta karşılığı olan bir konuya temas edilmiş. Herkesin dikkatle okuması gereken bir dosya. Ne demişti Üstat Necip Fazıl: "Hohlaya hohlaya aysbergleri eriteceğiz bundan şüphem yok; ama korkum o ki etraf çamurdan geçilmez..." Tarık Akan'ın 27 Mayıs ve 28 Şubat'ı kutsayan açıklamalarını eleştirmiştim. O tenkitlere hiç itiraz gelmedi. O arada Kurşun Kalem'de yer verilen iddiaları da hatırlatmıştım. Akan, Taş Mektep iddialarını yalanladı. Oysa bir gazeteci, "Anlatılanlar doğru" dedi bana. Diğer gazeteci de "İddia doğru ama Dink ailesine sözüm var, konuşamam." dedi. Dün, Akan'ın ağabeyi konuştu ve o iddiaları güçlendirdi. Tekrar edeyim; açıklama beklediğim asıl konu bir sanatçının nasıl olup da kanlı darbeleri övdüğüdür. Diğer konuyu bilenlerden bir kısmı konuşmaktan kaçınıyor. Nedense? Yeni anayasa için çalışmalara başlayan Anayasa Uzlaşma Komisyonu güzel bir iş yaptı, yol haritası hakkında bilgi sahibi olmamızı sağladı. Nakledildiğine göre taslak metin bir yıl içinde bitirilecekmiş. Dört aşamalı bir takvim çıkaran Komisyon, nisan sonuna kadar ilk aşamayı bitirecekmiş. Anlatılanlara göre 2012 sonuna kadar Meclis'e yeni bir anayasa teklifi gelebilir. Eğer takvim gerçekleşirse Komisyon tarihe mal olur, sivil bir anayasanın mimarı haline gelir.
<< Önceki Haber Depremden ders çıkarmak Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER