'Densiz' mi yok memlekette?


Siyasi tansiyonun çok yüksek olduğu bir günde telefonum çaldı. Karşımda çok üst düzey bir MHP yetkilisi. Daha 'hayırdır' diyemeden mevzua girdi. 'Şu an falan şehirdeyim. Burada önemli bir toplantıdaydım. Bizim il başkanı bize yakışmayacak, bizi bağlamayacak bir konuşma yaptı.' dedi. Şaşırmıştım. Tam 'Bunları neden bana anlatıyorsunuz?' diyecektim ki o konuya da bir açıklık getirdi. Meğer il parti yetkilisi sosyal barışı tehdit edecek; üstelik bütün MHP'lileri de zan altında bırakacak densiz bir laf etmişti. Olay yerinde bizim muhabirimiz görev yaptığı için alelacele bizi arıyorlardı. Maalesef söylenen söz yenilir yutulur cinsten değildi; ancak o günlerde MHP liderinin 'ülkücüleri sokağa dökmemek' gibi tarihî kararına tersti. Belli ki konuşan ya aklı kıt ve stratejiden bihaber birisiydi ya da heyecanına mağlup düşmüş fanatik bir adamdı. Her neyse... MHP yetkilisi 'Bu sözler partimizi bağlamaz; o yüzden bu densizliğin büyütülmemesini istirham ediyoruz; en azından bizim görüşümüz gibi aktarılmamasını talep ediyoruz' dedi. Düşündük taşındık ve MHP'li yetkiliye hak verdik. O saçma sapan sözleri ne MHP lideri Devlet Bahçeli tasvip edebilirdi ne de bu partiye gönül veren; hatta bir ülkü uğruna çile çeken herhangi bir fert. En üst düzeyden bir yetkilinin de katıldığı toplantıda sarf edilen o sersem cümleleri yayınlamadık. Çünkü her kitle içinde böyle densizler bulunabilirdi. Önemli olan, sarf edilen cümlelerin genel temayülü gösterip göstermediğiydi. Söylenen sözler parti içinde yaygın bir kanaat olsaydı, ya da kitle içindeki bir kanadın mantığını deşifre ediyor olsaydı, bunu mutlaka yayınlamak gerekirdi. Yayıncılık sorumluluğu işte tam bu noktada başlıyor ve siz bir karar vermek zorunda kalıyorsunuz. Doğru ya da yanlış; bir karar verince ateşten gömleği giyiyorsunuz. Önemli olan o ateşi hak etmediği ve gerekmediği halde başkasına giydirme kararının verilmesi. Biz o gün o çirkin lafları yayınlamadık. Sanırım o toplantıda yerel basın da vardı; onlar da yayınlamadı. Böylece MHP büyük bir iletişim kazasından kurtulmuş oldu. Bu işten kim kazançlı çıktı şimdi? Hafta boyunca herkesin tüylerini diken diken eden Meclis kavgasını görünce bu hatıra gözlerimin önüne geldi. Aslında yaşananlar -bir yere kadar- tıpa tıp aynıydı. Densiz biri çıkmış, Tayyip Bey bizim için ikinci bir peygamber gibidir demiş. Belli ki maksadını aşan bir cümle sarf etmiş adam. Zaten konuşmasının daha sonrasında yanlış anlaşılmaktan endişe ediyor. Hazret-i Muhammed'in son peygamber olduğu Kur'an'ın apaçık hükümleriyle bellidir. Dolayısıyla O'ndan sonra söylenecek her söz saçmalamaktan başka bir şey değildir. Konuşan eski bir il başkanıymış, sonra il genel meclis üyesi olmuş falan filan. Burada sarf edilen bir cümle AK Parti'ye mal edilebilir mi? Kesinlikle hayır. Tıpkı tarihî değeri haiz güzel bir ilimizde densiz bir MHP yetkilisinin yaptığı açıklama gibi bu da geniş bir kitleyi bağlamaz. AK Parti saflarında yer alan hiçbir fert Tayyip Erdoğan'a peygamber demez; diyemez. Densizlik yapan bile 'benzetmek gibi olmasın' diyerek işlemiş hatasını. Tayyip Erdoğan 'ben peygamberim' der mi? İmkânsız! Peygamberlik gibi imana dair bir konuyu dinî kültürü ve hassasiyeti herkesçe malum Tayyip Erdoğan bilmez olur mu hiç? Her yerde birtakım densizler çıkabilir. Hatta adam densiz olmaz ama bazen söylediği laf tam bir densizlik örneği olabilir. Bu tarz lafların üzerine büyük tartışmaların bina edilmesi yanlıştır. Eski Sağlık Bakanı Osman Durmuş'un yaptığı büyük hatalar zinciri buradan başlıyor. Vitrinde sıkça görünen ve göründükçe ülkücü camiaya zarar veren MHP'li bir milletvekilinin ha bire CD sallaması olayın önceden planlandığına dair kuşkulara da yol açmıştır. Peki kim kazançlı çıkmıştır bu işten? Hiç kimse... Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde yumruklaşmalar yaşanmış, parti sözcüleri ağza alınmayacak sözler sarf etmiş, millete örnek olmakla mükellef vekillerin kışkırtıcı tavrı demokrasinin kalbi olan Meclis üzerine gölge düşürmüştür. Osman Bey'in büyük hatası, iki sebebe dayanıyor: 1- Densizlik üzerine büyük bir siyasi söylem geliştirilemez; zira böyle yapmaya devam edersen başka saçmalıklar üzerinden başka tartışmalar açılır ve memleket tımarhaneye döner. 2- Bu tartışmadan hareketle laf Emine Erdoğan'ın başörtüsünden dolayı GATA'ya alınmamasına dayandırılamaz. Oradan oraya sıçrayıp durursan millet çarpar seni. Hele Genelkurmay Başkanı'nın bile savunamadığı bir uygulamayı haklı çıkarırcasına Emine Hanım'ı hedef alıp ve üstelik alay edip 'Peygamberin karısını nasıl almazsınız?' demenin mantıklı ve tutarlı bir yanı yoktur. Durmuş da gayet iyi bilir ki başörtüsü mağdurları sadece AK Partililerden oluşmuyor. Pek çok MHP'li de başörtüsü mağdurudur. Üstelik bu hassas konunun siyaset üstü bir bakış açısıyla ele alınması, insan hakları ihlali zaviyesinden değerlendirilmesi gerekmektedir. Hülasa-ı kelam; bu memlekette ağzından çıkanı kulağı duymayan çok adam var. Bunları ciddiye alıp günlerce kamuoyunu meşgul etmek, hatta o absürt laflardan herkesi yaralayacak laflar üretmek kimseye bir şey kazandırmaz. Unutmamak lazım ki sosyal barışı korumak herkesin vazifesi. TSK ayrımcılığa karşı çıkmalı Hafta içinde Hürriyet önemli bir gazetecilik yaptı ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ ile röportaj gerçekleştirdi. Çetin soruların da yöneltildiği mülakattan geriye 'GATA'da yaşananların savunulamayacağı' ile ilgili Başbuğ'un söyledikleri kalacak. Gerçekten de savunulamayacak şeyler bunlar. Genelkurmay Başkanı ısrarla 'insanî açıdan bakınca' diyor ve yapılanları tasvip etmiyor. Aslında Başbakan'ın eşi Emine Hanım'ın başörtüsü nedeniyle askerî hastaneye alınmaması sadece insanî açıdan değil; her açıdan ayıptır. İnsan hakları açısından da baksanız, kadın hakları açısından da baksanız aynı sonuca varırsınız. Ayrımcılık (discrimination) evrensel hukuk kriterleri bakımından da korkunç bir suçtur. Ayrıca yapılan ayıbın tıp ahlakı, hasta hakları gibi açılardan bakıldığında da yüz kızartıcı yanları bulunmaktadır... Sayın Başbuğ üzüntülerini dile getiriyor. Bu güzel, ancak ayrımcılık konusunda Genelkurmay'ın çağdaş normlara kavuşturulması şart. İnsanlar arasında keyfi ayırım yapmak, kişileri inanç ve hayat tarzı seçimlerinden dolayı küçük düşürmek Türk Silahlı Kuvvetleri'ne yakışmıyor. Üstelik böyle bir şey yapmaya hakları da bulunmuyor. Mesela GATA'ya sokulmayan sadece başörtülüler değil. Başörtüsüyle ziyarete gelenleri bir deftere kaydedip, hasta hakkında zanların oluşmasına sebep olanlar, başka siyasi görüşlere de benzer uygulama yapıyor. Mesela eski DTP'li yetkililerden bir kısmı başlarına gelenleri televizyonlara nakletti. Onlar da ne zaman ziyaret maksadıyla bu hastaneye gitse farklı muameleye maruz kalıyormuş. Elde bir mahkeme kararı mı var? Hayır. Ayrımcılığı meşru gösteren bir makul gerekçe mi bulunuyor? Hayır. Nerede kaldı Genelkurmay'ın 'masumiyet karinesi'ne yaptığı ısrarlı vurgu? Hafta içinde yapılan NATO toplantısı yine ayrımcılık örnekleriyle tarihe geçti. Kendisine 'Komutanım' diye seslenen ve ne iş yaptığı tam bilinemeyen bir adam, STV muhabirini salondan çıkardı. Akreditasyon kartı olmasına rağmen muhabire 'O size yanlışlıkla verilmiş' diyerek artistik pozlar veren bu kişinin kafasındaki yanlış neydi doğru neydi bilemiyoruz. Çünkü tamamen hukuk dışı bir akreditasyon uygulamasıyla karşı karşıyayız. Vatandaşına karşı ayrımcılık yapan birilerinin suç işlediği kesin. Milli Savunma Bakanı neden bu konularda derin bir sükutun sembolü olur, neden bu tür konularda tek bir kelime bile sarf edemez; o da anlaşılır bir durum değil. Emine Hanım'ın mağduriyetinde de ilk tepki ondan gelmeliydi. Her neyse... Güya NATO toplantısının ev sahibi Savunma Bakanı Vecdi Gönül Bey. Vecdi Bey'in himayesinde gerçekleşen toplantıda bu ayıbın yaşanması hükümeti de rencide etmeli. Çünkü ayrımcılık tek yönlü ve tek bir sebebe binaen yapılmıyor. Hepsine karşı 'savunulamaz' çizgisi çekmek lazım ki ayrımcılık suçu artık işlenemez hale gelsin... GATA'daki uygulamanın -velev ki insanî açıdan yaklaşarak- savunulmaz bulduğunu söyleyen Başbuğ'un ayrımcılık suçunun ortadan kalkması için adımlar atması gerekiyor. Modern ordularda bu adımlar çoktan atıldı. Cinsiyet ayrımından etnik ve dinî kimlik ayrımına kadar herkesi eşitleyen modern bir yol çoktan seçildi. Kaldı ki 'milletin bağrından çıkan Türk ordusu' milletiyle bu şekilde karşı karşıya getirilmemeli.
<< Önceki Haber 'Densiz' mi yok memlekette? Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER