Çünkü ne
kanun dinliyor
sendika şefleri ne nizam. Devlet diyor ki: "1
Mayıs'ı
Taksim'de kutlamanız doğru değil; çünkü elimde ciddi istihbarat bilgileri var.
Ayrıca
İstanbul'da gösteri ve yürüyüşler için tahsis edilecek çok daha elverişli alanlar var; buyurun mitinginizi oralarda yapın." Sendikalar direniyor; hatta meydan okuyor, "
1 Mayıs Taksim'de yapılacak" diye rest çekiyor. Olacak şey mi bu? Ya devletin istihbaratı doğru çıkarsa? Hayret! DİSK Başkanı
Süleyman Çelebi, bu kadar uzlaşmasız bir insan değildi; sanki
baskı altında...
Maksat
işçi haklarının dillendirilmesi ise
Taksim Meydanı dışında bir alanda niçin yapılamaz bu
eylem? Maksat, hükümeti
protesto ise İstanbul Valiliği'nin önerdiği meydanlarda çok daha görkemli tepkiler kamuoyuyla paylaşılabilir.
Zeytinburnu Kazlıçeşme,
Çağlayan,
Kadıköy... Bu meydanların nesi var ki adamlar kafayı Taksim'le bozmuş ve ille de burada yaparız; başka bir yer istemeyiz diye
kavga çıkarıyor?
Tabii ki zihinlerinin arka planında o malum ve meş'um 1 Mayıs 1977 Taksim olayı var. Hâlâ çözülememiş hadise 36 insanın ölümüyle sonuçlanmıştı. Kalabalığa ateş açılmış, herkes bir tarafa kaçmaya çalışırken melun bir
operasyon gerçekleşmişti. İşte tam bu nedenden dolayı devlet "mitingi Taksim'de yapmayın!" diyor. Gerçekten de Taksim Meydanı'nı korumak zor, etrafı çok açık, insan yoğunluğu çok fazla, turizm ve kültür merkezi,
alışveriş merkezlerine çok yakın, trafiğin kesiştiği bir nokta... Ülkenin Başbakan'ı sendikacı beyefendileri çağırıyor, onlara rica ediyor. "Lütfen burada ısrar etmeyin." diyor. Adamların umurunda değil. İçişleri Bakanı rica ediyor; adamların umursadığı yok.
İstanbul Valisi istirham ediyor; adamlar tınmıyor bile. Bu tutum bal gibi de hukuksuz, kanunsuz, sorumsuz...
Bazı sendika(cı)ların niyeti sanki
üzüm yemek değil; bağcıyı dövmek. 1 Mayıs İşçi Bayramı'nı otuz küsur yıl önce kontrgerilla kullanmıştı. Bugün bile yüreğimiz sızlıyor o olayı hatırladıkça. Taksim olayının arkasında derin bağlantılar vardı. Bu sefer durum tamamen farklı. Bugünkü "Taksim ısrarı"nın arkasında derin bağlantılara dair kuşkular oluşuyor.
Ergenekon soruşturması ile ilgili basına yansıyan bilgiler arasında "ses getirecek eylemler"den söz ediliyordu hep. Kitlesel olaylar, anarşi ortamı, can güvenliğinin sarsılması, mal güvenliğinin zaafa uğratılması. Bugünkü derin strateji budur.
Bazı sendikaların sabıkası zaten bir hayli kabarık. 1980 öncesi "ses getiren olaylar"ın arkasında onların bazı eylemleri vardı. O dönemde de kanun tanımaz, nizam tanımazlardı. Külhanbeyi edasıyla "sokaklar benimdir" der, istedikleri yerde istedikleri mitingleri tertiplerlerdi. Bunların bir kısmı gerçekten de tertipti; istikrarsız bir
manzara resmetmenin tertibi...
Kanlı 1 Mayıs'la hesaplaşmak çok önemli; ancak bunun hukuk çerçevesinde ve oyuna gelmeden yapılması şart. O günkü devlet içine sızmış yapının bir ayağı örgütlerin içindeydi. Ajanlar, provokatörler, ajitatörler cirit atıyordu
devrimci maskenin altında. Sağcılar arasına sızan ajanlar işin cabasıydı. Farklı dünyaların hırçın eylemcileri 80 sonrasında gördü ki aslında her iki kızgın kitlenin arkasında da aynı planlamacı güç bulunuyor. Bugün de aynı
tehlike sürüyor...
Şaşılacak bir durum. Türk medyasının önemli bir bölümü "Ah! 1 Mayıs'ta bir kavga çıksa" iştahıyla bakıyor gerilime.
Güvenlik güçleriyle girilecek bir müsademeyi, "dünya medyasına iftiharla sunma" arzusuyla(!) coşuyor adeta. Sosyal sorumluluk, toplumsal barış, hukuka saygı... Bunları çoktan unuttu bizim medya. Varsa yoksa "hükümet yıpransın başka bir şey istemem".
Bugün 1 Mayıs. Devletin en üst düzeyden uyarısına rağmen Taksim inadında ısrar eden DİSK, laf anlamaz haliyle risk alıyor. Onca uyarıya rağmen anlamsız bir inat yüzünden üzücü bir olay yaşanırsa ve provokatörlere fırsat verilirse bunun adı sendikal
terör olur. Bunun hesabını da hiç kimse veremeyecektir.