BAŞÖRTÜSÜ MÜ TEHLİKELİ, ÇETELER Mİ?

Normalde başörtüsü ile çetenin iki mukayese unsuru olarak kullanılmaması gerekir.


Çünkü bunlar arasında doğrudan bir ilişki düşünülemez. Ancak burası Türkiye; dünyanın hiçbir ülkesinde olmayacak kadar birbirinden kopuk konuların birbiriyle ilişkisi çıkabilir. Daha doğrusu, belli bir amaca ulaşmak için her vesileyi kullananlar, milletin kıymet atfettiği, saygı duyduğu değerleri bile kirli maksatları için kullanabilir. Üstelik medya için başörtüsü ve çete haberlerinin turnusol özelliği var. Bu pencereden de bakmak gerekiyor meseleye. Maalesef Türkiye son senelerde çok açık bir gerçeğe şahit oldu ki çeteleşme bu ülkede inanılmaz boyutlara ulaşmış. Sistem hep aynı: Emekli ya da muvazzaf subaylar ve emniyetçiler; bir de mafya diye bilinen insanlar. Öyle anlaşılıyor ki bu kişiler devletin en gizli istihbarat bilgilerine sahip. Suikast yapmaktan gayrı nizami harp planlamaya kadar pek çok konuda hazırlık içindeler. Krokiler, haritalar, planlar... Ağır silahlar, bombalar, mühimmatlar... Manzara vahim. Üzerinde polis ya da asker üniforması bulunan (veya bir zamanlar bu şerefli üniformayı taşıyan) insanlar, gırtlaklarına kadar politize olmuşlar; bu yetmiyormuş gibi psikolojik harp yapmak maksadıyla illegal örgütlenmede bulunmuşlar. Dahası, uyuşturucu ticaretinden silah tacirliğine kadar birçok kirli işlere bulaşmışlar. Sauna çetesi, Bursa çetesi, Şemdinli çetesi, Eryaman çetesi, Ergenekon çetesi... 'Sessizlik' çetelere moral verdi Kritik soru şu: Başörtüsü gündeme geldiğinde burnundan soluyarak "rejim tehlikede" diye kıyameti koparanlar, son yıllarda ortaya çıkan tehlikeli örgütler için neden suspus olmayı tercih ediyor? O kadar ki adamlar aylarca "Tehlikenin farkında mısınız?" diye yeri göğü inletiyor, kendilerine bomba atan derin çetenin peşinden koşmuyor. Tandoğan Meydanı'nı doldurup insanları üçer beşer sayarak "milyonlar laiklik için yürüdü" demek kolay, aynı topluluğun niçin mafya işbirlikçisi örgütler konusunda ağzını bıçak açmıyor? Daha da kötüsü var: Onca çete soruşturmasında yakalanan, sorgulanan ve tutuklanan kişiler arasında "ulusalcı" diye bilinen bazı insanlar var. Yani, Cumhuriyet mitinglerine can u gönülden destek veren, ulusalcılık adına kitap ve makale yazan, TV programlarında "rejim tehlikede" deyip irtica tellallığı yapan insanlar bulunuyor. Bayrak ve tabanca üzerine yemin ettirip "ölmeye ve öldürmeye" ant içtiren kitle ile başörtüsü konusunda duyarlılık (!) gösteren bazı sivil toplum örgütleri (?) arasında somut bağlar var. O yüzden susmayı tercih ediyorlar ve o yüzden inandırıcı değiller. Başı kapalı olduğu için üniversite okuyamayan gözü yaşlı çocuklara gelince arslan kesilenler, devletin en temel kurumlarını zayıflatacak ve ülkeyi kaos ortamına sürükleyecek çeteler konusunda kuyruklarını kısıp bir kenara sıvışıveriyor. Kim inanır bunların "tehlike" analizlerine?! Ulusalcılık adına bazı örgütlerle çetelerin amaç kesişmesine ve suçüstü yakalanma karşısında mahcubiyetine bir nebze olsun mânâ vermek mümkün; lâkin medyaya ne oluyor ki tuhaf ve utangaç bir tavra bürünüyor? Başörtüsü ile ilgili yapılan yayınlar ortada. İnsanları endişeye, kuşkuya, umutsuzluğa itecek her türlü malzeme medya tarafından kullanılıyor. Bu eğilim, marjinal gruplarla sınırlı kalsa hiçbir önemi yok; fakat kendini "merkez" olarak görenler de her vesileyi değerlendirip "Tehlikenin farkında mısınız?" korosuna iştirak etme hevesinde. Diyelim ki gerçekten endişe taşıyorlar ve olmadık hadiseleri endişe paylaşımı için kullanıyorlar; o zaman şunu sormak gerekiyor: Kaos için her türlü olayı göze almış eli silahlı çeteler hakkında niçin aynı duyarlılık gösterilmiyor? Lütfen hatırlayınız; o menfur Danıştay saldırısının akabinde Türkiye, laik-antilaik çatışmasıyla karşı karşıya kalmış, bazı gazeteciler öfkelerine mağlup olmuş hatta daha olayın aslını faslını beklemeden sokağa fırlayıp "Türkiye laiktir, laik kalacak" diye bağıran gruplara iştirak edecek sert beyanlarda bulunmuştu. Ne oldu? Cami avlusuna kadar gelip cenaze namazını provoke edenler, bu saldırının laiklik karşıtları tarafından yapıldığına yürekten inanıyordu. Ne oldu? Bir de baktık ki katil zanlısı "vatansever" bir örgüt üyesiymiş, "ulusalcı" büyükleriyle (!) ilişkisi varmış. Bu gerçekler ortaya çıktığında da bazı gazete ve televizyonlarımız derin bir sessizliğe gömülmüştü. O gün kuşkuların üzerine gidilseydi Ergenekon denilen örgütün ürpertici boyutlara ulaşması mümkün olmazdı. Aradan geçen zamanın sessizlik ve hatta kimi zaman korumacılık görüntüsü sunması derin çetelerde "Bize kimse dokunamaz" cesaretini kazandırdı. Çünkü namaz söz konusu olduğunda, kurban söz konusu olduğunda, başörtüsü söz konusu olduğunda, imam hatip söz konusu olduğunda vs., öfkeyle kıpkırmızı kesilenler, kökü bir hayli derinlerde olduğu anlaşılan çeteler söz konusu olduğunda dut yemiş bülbüle dönüyor ve inanılmaz bir emn ü eman içine giriyordu. Bu manzara karşısında durup düşünmek gerekiyor. "Efendim soruşturmalar sürüyor; o yüzden..." Kimse inanmıyor bu laflara. 28 Şubat sürecinde nice insanı bir lahzada medyatik lincin giyotinine teslim edenlerin (-ki buna kendi meslektaşları da dâhildir) bugün somut suç aletlerini görmezden gelmesi düşündürücüdür. En azından inandırıcı bir mazeret değildir. İrtica diye her gün manşetlerden düşmeyen olayların ne kadar suni, ne kadar sosyal gerçekliğe ters olduğu ortada. Yüzlerce makale yazan zevatın, silahlı, bombalı, krokili, haritalı; uyuşturuculu, silah ticaretinden insan ticaretine kadar bir yığın somut suçlara karşı kulaklarını tıkaması ve tek satır yazı yazmaması tuhaf değil mi? Bazı "laikçi" yazarların başörtüsü yazısı yüzlerce makaleye ulaştı. Bu kişiler Danıştay saldırısından Ergenekon'a kadar devam eden süreçte daha bir kerecik çete yazısı yazamadı. Ayıp olmuyor mu? Bazı yazanlar da hedef saptırmaya, konuyu başka yerlere çekmeye çalıştı; bu daha büyük bir ayıp değil mi? Korku ticareti yapmaya gerek yok "Başörtüsü mü, çeteler mi daha tehlikeli?" dememin bir başka nedeni daha var: Çeteler kaos ortamı oluşturabilmek için her türlü kılık-kıyafet değişikliği yapabiliyor. Kâh "laikçi" havalarıyla "İslamcılar"ı kışkırtıyor; kâh "İslamcı" kesilip "laiklik duyarlılığı gösteren" insanları. Bazen amaçları için bölücü örgütün postuna da bürünüyor, bazen ırkçılık damarına karışıyor; bazen de mezhep istismarı yapıyor. Kiliseye gidiyor, el etek öpüyor; yeri geldiğinde de "Türk-İslam sentezi"nden bahsedebiliyor. Böyle bin bir surat bir örgüt taktiği ile karşı karşıyayız ve maalesef bunların bir ucu "gizli devlet görevi" maskesiyle dolaşan bazı kişilere kadar uzanıyor. Başörtüsüne serbestlik getiren Anayasa değişikliğine bir de derin çeteler üzerinden bakmak gerekiyor. Hafta içinde Fethullah Gülen çok önemli bir uyarıda bulundu. "Çarşaf giydirilmiş erkeklerden, bayanlardan" bahsetti. Boşuna değil bu uyarı! Çünkü daha önce de yapıldı bu tür provokasyon girişimleri. Bu günden "Ya şöyle olursa, ya böyle olursa" diye korku ticareti yapanlar var. Samimi endişeye diyeceğim yok, keşke onlar da sosyal barış için dikkatle konuşsa ve herkes onları dikkatle dinlese. Tek bir ferdin endişesi bile düşündürücüdür. Meselenin bir de karanlık bir yanı var. Bazı endişeleri inanılmaz bir abartı ile dile getirenler ile bu havayı oluşturmak için çırpınıp duranlar arasında bir bağ bulunuyor. Yani korku filmini yazanlar ile oynayanlar aynı locadan. O yüzden medyaya büyük bir görev düşüyor. Her olayın üstüne hemen atlamak, bilmem kaç kere rezil etti bazı gazete ve televizyonları. Soğukkanlı olmak, sağduyuyu elden bırakmamak şart; yoksa çetelerin tezgâhına gelinmiş olur ki bu ülkeyi kaosa sürüklemek isteyenlere sosyal barışımızı peşkeş çekmenin bir anlamı yoktur!
<< Önceki Haber BAŞÖRTÜSÜ MÜ TEHLİKELİ, ÇETELER Mİ? Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER