ASKER NEDEN YALNIZLAŞIYOR?

Üzülerek belirtmek zorundayım ki on yılı aşkın süredir ordumuz yalnızlaşıyor.


İçine kapanıyor, kitlelerle irtibatını kaybediyor. Kim ne derse desin, bu ülkeyi seven herkes için acı veren bir tablo bu. Zira ordu, bu ülkenin, bu milletin, bu devletin ordusu... Yüreğinde ülke sevgisi taşıyan ve sosyal analiz yapma birikimine sahip herkes bu meseleye kafa yormak, çıkış yolları aramak zorunda. Ne var ki birileri bu tür kritik konular açılır açılmaz "Sen de kim oluyorsun?" kabadayılığı ve külhanbeyliği eşliğinde hadiseyi kendi inhisarı altında tutmayı deniyor. Ve maalesef bazen başarılı da oluyor. Oysa gerçek dost, zor günde konuşandır. İyi günde askeri pohpohlayanlar, hatta onu "gaza getirip" antidemokratik yollara davet edenler, rüzgâr tersten esmeye başladığında ordu hakkında demedik söz bırakmadı. Aslolan, hataların katlanıp çoğaldığı bir dönemde, gönülden ve cesurca konuşmaktır. Ve bugün söylenecek söz, hem dün söylenenlerden hem de istikbalde sarf edilecek sözlerden daha kıymetlidir. Niçin mi? İletişim kazaları devam ediyor Manzaraya bakar mısınız; Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), bu ülkenin iki önemli muhalefet partisiyle yaka paça olmuş durumda. Genelkurmay Başkanı, "Aksini ispat etsinler, üniformamı çıkarırım." diyor; muhalefet ABD buyruğuyla hareket edildiğine dair iddiasından vazgeçmiyor. Daha ötesi, eleştirilerin dozunu artırıyor. Böyle bir durumda ne yapılmalıydı? Üzerinde durulması gereken soru budur! Belki muhalefetle bir toplantı düzenlenebilirdi, belki gizli bir oturuma teşvik edilerek bazı konuların Meclis'te konuşulması önerilebilirdi vs... Ancak Genelkurmay kendi sitesinden bildiri yayınlamayı tercih etti. Olabilir; bu da bir iletişim metodudur; hatta bazen daha fonksiyonel bir metot olarak düşünülebilir. Ancak açıklama çok sert. "Hainlerden daha çok zarar veriyor" diye suçlanan; MHP ve CHP. Her iki parti de çok daha sert bir açıklama yaparak Genelkurmay'a tenkitlerini yöneltti. Hoş bir durum değil. Belli ki her iki taraf da büyük bir öfkeyle yaklaşıyor olaylara ve bu kızgınlık halkın huzurunda ortaya konuluyor. İsmi geçen partilerin sempatizanlarının bunu hoş karşılaması düşünülemediği gibi, "asker de her meseleye karışıyor" gibi bir algıyla hadiseye yaklaşabilecek insanlar da bulunuyor. Doğru iletişim araçları, dili, üslubu, tarzı çoktan rafa kalkmış durumda. Bundan ne partiler kârlı çıkar ne TSK. Benzer bir iletişim kazası, 27 Nisan bildirisinde de yaşanmıştı. Salı günü Anayasa Mahkemesi 367 ile ilgili karar verecekti. Daha önceden belliydi ki; mahkeme, CHP'nin teklifini kabul edecek ve cumhurbaşkanlığı seçiminde yapılan ilk tur geçersiz sayılacaktı. Hatta bazı gazeteler Anayasa Mahkemesi'ndeki evetçi-hayırcı oylarını rakam ve isimler belirterek tahmin etti. Ve bu tahminler doğru çıktı. Hal böyleyken Genelkurmay Başkanlığı, cuma gecesi kendi web sitesinden zehir zemberek bir açıklama yaptı. Yani mahkeme kararından dört gün önce... Ne mânası vardı böyle kritik bir tartışmanın parçası haline gelmenin? Üstelik e-muhtıra diye tarihe geçen bildiride Kutlu Doğum Haftası'ndan bile bahsediliyor ve halkı incitecek göndermeler yapılıyordu. Bu millet için "asker millet" denir; doğrudur. Askerini sever, sayar, ona bambaşka bir yer ayırır ve o yeri kutsal görür. Ancak, bu kutsî kurumun siyasete karışmasını istemez. Onun taraf olduğu yerde -onca sevgi ve saygıya rağmen- karşı tarafa destek verir. Bu hep böyle oldu. Menderes'e, Demirel'e, Özal'a, Erdoğan'a verilen desteğin bir açılımında asker-sivil ilişkisinde bu kişilerin yaşadığı mağduriyetin önemi bulunuyor. 27 Nisan bildirisinde de benzer bir duruma şahit olduk. Vatandaş, askerin müdahalesine çok içerledi ve oy vermeyecekler bile AK Parti'ye yöneldi... TSK ve 28 Şubat psikolojisi Bilemiyorum; TSK'nın kurmayları 22 Temmuz seçimleri sonrasında herhangi bir özeleştiri yaptı mı? Uzmanları çağırıp durum değerlendirmesi yapılmıştır herhalde. Gerçi sorulan adam(lar) da önemli. Bu ülkede öyle bilim ve düşünce adamları (!) var ki askerle ilişkileri bozulmasın diye, yakınlık süregitsin diye, ters ama faydalı fikirler ortaya koymaktansa "hazır ol" vaziyetinde bekleyip sürekli teyit cümleleri kuruyor. Ezber bozan bir şey söylense hemen "askeri yıpratmak"tan bahsedip, dostça yapılan uyarıları ve gönülden söylenen sözleri bastırmayı kendine vazife sanıyor. Güya iyilik etmiş oluyorlar... Çok açık ve acı gerçek şu ki 28 Şubat'tan bu yana ordumuz, iletişim ve algı yönetiminde yeterli ve doğru hamleleri yapamadı; hâlâ da yapamıyor. Toplum 28 Şubat krizini çoktan aştı mesela; lâkin TSK hâlâ o olağanüstü halin derin tesirinden çıkabilmiş değil. Yüreğim ezilerek, vicdanım sızlayarak yazıyorum bunları. 28 Şubat'ta halka arz edilen görüntü, orduyu dine karşı bir kutupmuş gibi gösterdi. O dönemin bazı sert erkânı da siyasetçileri de, bu havanın oluşmasında ciddi rol oynadı. Algı o ki; cami ile kışlanın arasına uçurumlar girdi ve her hadise bu mesafeyi büyüttü maalesef. İmam hatipler, Kur'an kursları, başörtüsü gibi konularda sarf edilen bazı sözler, bazı algıların oluşmasına neden oldu. Oysa Türk tarihi şahittir ki kışla ile cami arasında uçurum, bu milletin kültürel donanım ve tecrübesine aykırıdır. Mabedin kışlayı yönetmesi ya da kışlanın mabedi esir alması başka milletlerde görülse de bu milletin hafızasında her ikisinin de yeri ayrı, her ikisinin de kutsiyeti farklıdır... Öyle dönemler oldu ki bu milletin asırlardan beri askere hitap şekli, emekli askerlerce târ û mar edildi. Neymiş; kışlaya peygamber ocağı denmezmiş, askere Mehmetçik demek hataymış vesaire. Maalesef yaşandı bunlar. Askerlik dünyanın her yerinde "kutsal bir meslektir". Bizdeki tarihî hamur şehitlik, gazilik gibi mukaddes ve manevî makamları askerine yakıştırır. Yakın geçmişte bundan adeta rahatsızlık duyanlar oldu. Daha dün denecek kadar kısa bir süre önce eski bir 28 Şubatçı bir paşa İstiklal Marşı'nın mısralarını "İslamcı" buldu ve verip veriştirdi Akif'e. Acaba Genelkurmay, bu hezeyanların halk nezdinde nasıl anlaşıldığını düşündü mü? Bütün bunlar yaşanırken Genelkurmay'ın kitle iletişim ve algı yönetişim meselesine kafa yorması gerekiyordu. Emekli bazı askerlerin (hatta bazen muvazzafların) ulusalcılıkla irtibatlı görünmesi ve ulusalcılığın da çetecilikle bağlarının ortaya çıkması yanlış algıları artırdı. Tabii ki her kurumda kötü insanlar bulunur." Ancak algıdaki negatif örneklerin art arda gelmesi üzerine bir şeyler yapılabilirdi; yapılmadı. Sanki Genelkurmay'da halkla ilişkiler gibi bir birim yok. Varsa da bu tür mevzularla ilgilenmiyorlar galiba. 'Kurmay zekâsı' özeleştiri yapmalı Meselenin bir de medyaya bakan kısmı var; bunu da dostça ve içtenlikle söylemek, tarihe küçük bir not şeklinde kaydetmek zorundayım: 28 Şubat'ın cinnet mevsiminde herkes (siyasetçiler, medya, iş dünyası vs.) pek çok hata yaptı ve hatalar yeni yanlışların sebebi oldu. Bu arada o günkü askerî erkân, medya arasında ayrımcılık yaparak, dünyada örneği olmayan ve ilgili kurumu da uluslararası zeminde ve hukuk kriterleri nezdinde zor durumda bırakabilecek akreditasyon uygulaması başlattı. Ve maalesef bu anlamsız uygulama devam ediyor. Bu muzaaf hatanın "kurmay zekası" tarafından hallaç edilip atılması, arkeolojik bir müzeye kaldırılması gerekiyordu; ancak olmadı, yapılmadı. Açık söylüyorum; Türk ordusu son senelerde ne çektiyse bu akreditasyon uygulamasından çekti. Akredite yaptıklarından, beklediği vefayı buldu mu? Hayır! Akredite etmediği kurumlarda bir itibar kaybı mı yaşandı? Hayır! Öyleyse bu incitici davranış biçiminin kime faydası var? Genelkurmay bazı gazete ve televizyonları topyekûn vatansever sayıyorsa ve dahi diğerlerini de topyekûn güvenilmez addediyorsa bu, vahim bir değerlendirmedir. Meselenin hukukî boyutu bir yana; bir de doğru iletişime bakan bir tarafı bulunuyor. Bir kurum milyonlarca okur ve seyircisi olan kitlelere doğrudan mesaj vermekten kaçar mı? Nasıl olsa düzenlenen toplantılardan derlenen haberler başta Anadolu Ajansı olmak üzere herkese açık haber kanallarına düşüyor, nasıl olsa o toplantılara katılanlar kanal kanal dolaşıp ne konuşulduğunu naklediyor, sütun sütun yazılar yazılıyor. Hatta öyle "bilgilendirme toplantıları" yapıldı ki, canlı yayında milyonlarca insan toplantıyı izliyor; bazı medya mensupları buraya alınmıyor. Hazin bir durum; tam bir iletişim hatası! Tekrar ediyorum; bütün bu yazdıklarımı içim sızlayarak kaydediyorum buraya. TSK yalnızlaşıyor; kendini yalnızlaştırıyor. İktidarla kavgalı görünüyordu bir ara. Şimdi muhalefetle kavgalı görünüyor. Dünya kamuoyu on yılda bir yapılan darbelerden dolayı zaten bazı konulara şüpheyle yaklaşıyor ve AB ile yürütülen ilişkiler yumağında bu mesele her platformda dile getiriliyor. Dinî konulardaki polemiklerde sık sık adların geçmesi bazı yanlış algılara; dolayısıyla da küskünlüklere neden oldu. Medyada iltifat ettikleri insanların bir kısmından büyük zarar gördüler. Kendi işini elinden geldiğince dürüst ve namusluca yapan bazı medya mensuplarına karşı takınılan tavır, iki bin yılı aşan bir geleneğe sahip ordumuzun normal yaklaşım biçimini yansıtmıyor. Eminim, kurmay birikimi ve donanımı bu hatalı taktiklerin nasıl yanlış algılara neden olduğunu görüyor. Artık 28 Şubat gibi çok zor bir dönemin yanlışlarını bugünkü heyetin devam ettirmesi düşünülemez. Keşke bir an önce doğru bir iletişim stratejisi üzerinde durulsa, modern bir yönetişimin gerekleri yerine getirilse ve lüzumsuz tartışmalar nedeniyle uğradığımız iç enerji kaybına bir son verilse...
<< Önceki Haber ASKER NEDEN YALNIZLAŞIYOR? Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER