Bu yolla bir ayrışma yaşansın istendi. Özellikle medya "
kaos" üzerine odaklandı.
"Yoksa da varmış gibi yapmak" için seferberlik ilan edildi adeta. Uç örnekler arandı. Bulunamayınca başörtüsüyle, laiklikle, mahalle baskısıyla ilgisi olmayan hadiselerin sınırları zorlandı. Gerginlik tırmandırıldı. İşin doğrusu nedir biliyor musunuz: Hangi vesileyle yapılırsa yapılsın ve kim tarafından ortaya konulursa konulsun, gerilimi tırmandırmak -hele bunları inançlar üzerinden yapmak- bu ülkeye verilecek en büyük zarardır. Yanlıştır, hatadır, vebaldir, günahtır! Gerilim pusulasıyla her gün yön belirleyenler bilmeli ki bu kaotik ortamdan en büyük zararı bizzat gerilimciler görecek...
Anayasa değişikliği yapıldı, Cumhurbaşkanı'nın imzasıyla devreye girdi. Gel gör ki medya "Güç Meclis'te değil bendedir" dercesine kavgaya sebep olacak bir yolda ilerliyor: Bu görüntünün bir sebebi de "Ben bu anayasa değişikliğini uygulamam" diye efelenen rektörler, dekanlar, profesörler.
Hani "anayasayı ihlal" çok büyük bir suçtu, hani anayasaya karşı gelmek bir zamanlar bedeli ağır ödetilen bir konuydu; hatta
siyaset tarihimizin kâbus sahnelerine vesile edilmişti? Elbette herkes biliyor ki anayasaya uymak şahıs ya da kurum iradesine terk edilmiş bir
tercih değildir, mecburidir.
Her şeye rağmen aklıselimin devreye girmesi gerekiyor. Bugünkü hırçın metotlarla hiçbir sorunun altından kalkılamaz. Mesela başörtüsü yasağının kalkması bir
ölüm kalım sebebi gibi takdim edilemez; hele rejimin sonuymuş gibi asla sunulamaz. Neden? Çünkü bu ülkenin ezici çoğunluğu başörtülü çocuklara uygulanan üniversite yasağının kalkmasını istiyor. Uygulamayı antidemokratik buluyor; hatta laikliğe de aykırı olduğunu düşünüyor. Buna "çoğunluk zorbalığı" derseniz, başkaları da anlamsız ve
yasakçı direnişe "
azınlık zorbalığı" der. Her iki zorbalık da yanlıştır; önemli olan sosyal taleplerin demokratik ve barışçı yollardan karşılanmasıdır.
Korkuya gerek yok! Yasakçılık yapmaya da gerek yok! Bazı gazeteci ve
öğretim görevlilerine göre başörtüsü
mağduru 3 bin öğrenci varmış. 5 bin olsa ne çıkar? Bu çocukların üniversiteye sokulmaması kadar ayıp bir şey olamaz ki! "Yasak devam etsin" diyenler, tarih sayfalarına nasıl bir poz verdiğinin farkında değil. Yasakçı, dayatmacı, baskıcı... Hoş bir fotoğraf olmasa gerek.
Vaktiyle daha ürkütücü yasaklar kalktı bu ülkede: 141-142-163. maddeleri kaldıran Özal'a söylenmedik söz bırakılmadı. Ne oldu şimdi? Mesela yasak kalktı ve Komünist Partisi kurmak bile serbest hale geldi. Sonuç ortada. İllegalitenin gizeminden sıyrılınca bir balon gibi sönüverdi komünist parti efsanesi. Aldığı oy nedir şimdi? Sürüklediği kitle kimlerden oluşur; bilen var mı bu soruların cevabını. Pek çok örnek gösterir ki düşünce yasağının kimseye faydası olmadı; olamaz da.
Hiçbir yasak kıyamete kadar sürdürülemez! Değil demokratik rejimlerde, diktatörlüğün en katı şekliyle uygulandığı ülkelerde bile yasaklar sonsuza kadar yaşatılamaz. Hele yasak
toplum vicdanını tatmin etmiyorsa, sosyal gerçeklerin rağmına yürütülüyorsa; yasağın ilanihaye devam ettirilmesi düşünülemez.
Bugün olmasa yarın, yarın olmasa ertesi gün makul, hukukî ve insanî olmayan bütün yasaklar sona erer. Bu arada yasağın merkezinde bulunan kişiler daima mağdur duruma düşer.
Problem çözülürken bile onlar rencide edilir. Tanımadığı insanlara sürekli cüzamlı muamelesi yapan nadan ruhlar bu acı gerçeği bir türlü görmez, göremez. Hâlbuki siyaset arenasının haşin ve sevgiden yoksun kavgalarının çok gerisinde masum ve gözü
yaşlı bir kitle vardır. Bu acıyı duymadan sorunu çözemezsiniz. Onlarca yıldır süren yasağın insanî tarafına cesurca bakmayan, politik kazanımlar üzerine çılgınca hesaplar yapan, yanı başındaki dramı göremez. Oysa hiçbir güç kavgası, insanoğlunu bu kadar hırpalamaya, aşağılamaya değmez!.