Avrupa Bölgesindeki sıkıntılar öyle can sıkıcı bir hal aldıki
Türkiye’nin
kredi notunun BB+`dan BBB- yükseltildiğine sevinemiyoruz bile. BBB- ile “investment grade” dediğimiz yatırım yapılır seviyesine çıkmış oluyoruz. Bundan önce “junk” yani çöp seviyesindeydik. Gerçi istediğimiz gibi bir düzeltme değil, çünkü sadece TL cinsi borçlar için geçerli bir not artırımı gerçekleşti. Yani bu not Türk yatırımcılar için ve TL üzerinden yatırım yapan
yabancılar için, Türkiye’nin yatırım yapılabilir bir
ülke olduğunu gösteriyor. Türk yatırımcı zaten ülkesine güveniyordu, bu not artırımı onlar için çok da büyük bir anlam ifade etmiyor olabilir. TL cinsi yatırım yapan ya da yapmayı düşünen
yabancı yatırımcı için güzel haber.
Türkler olarak hala daha
kredi notunun
finans piyasaları açısından ne kadar önemli olduğunu anlayamamış olsak bile, bunun güzel bir haber olduğunu hissedebiliyoruz. Öneminin anlaşılamadığını düşünmemin sebebi Türk devleti olarak uluslararası piyasalarda bu konuda yeteri kadar
lobi çalışması yapmıyor olmamız. Kredi notunun öneminin anlaşılamaması, dünya finans piyasalarında bizim varlıklarımıza dayanan ürünlerin fiyatlamasının nasıl yapıldığını bilmeyişimizden kaynaklanıyor. Finansal ürünlerin fiyatlanmasında kredi notu
araç olarak kullanılmaktadır. Pazardan bir kilo domates alacaksanız, ve domatesin kilosu 2 TL ise, kaç kilo aldığınızı ölçmek için teraziye ihtiyacınız var. Terazinin tarttığı kiloya göre ne kadar ödeyeceğiniz ortaya çıkar. Kredi notlarının yanlış hesaplandığı ve
reyting şirketlerinin sorunlu olduğuyla ilgili tartışmalar devam ededursun, yeni bir terazi
icat edilene kadar domatesleri bu bozuk teraziyle tartmaya devam etmek zorundasınız. Hal böyle olunca Türkiye’nin kredi notunun artmış olması, daha çok domates satmasını mutlaka sağlar. Fakat yabancı para cinsinden kredi notunun artmamış olması, yatırımcılara kur riski var mesajı vermektedir. S&P, Türkiye TL cinsinden borçlarını ödeyecek güçte bir ülkedir ama dolar cinsi borçlar için aynı şeyi söyleyemiyoruz demiş oluyor. Bu görüşün kısa bir süre sonra değişmesi muhtelemeldir.
Türkiye’nin notunu artırdıkları gün
İtalya’nın notunu ise düşürdüler. İtalyan idarecilerin gerekli reformları yapmadaki isteksizliği ve ufukta gözüken
ekonomik kriz bu not düşüşünün ana sebebi olarak gösterilmektedir. IMF İtalya için
büyüme tahminini %1,3’ten %0,3’e revize edince İtalya
Maliye Bakanı ülkeyi krizden çıkarmak için Roma’yı Venedik’e bağlayacak 8 milyar euroluk bir otoyol yapacaklarını açıkladı. İtalya’yı Yunanistan’a bağlayacak bir
otoban: Finansal krizdeki kader birliğinin kalıcı bir simgesi lazımdı tabi. Yıllar sonra torunlarına anlatırlar artık, “Evladım, batmak üzere olan iki ülkenin kaderi bu otobanla değişti.”
İtalya’da sıkıntısı en büyük olan
sektör,
bankacılık. En büyük bankası
Unicredit Temmuz’dan beri kaynaklarının %32’sini kaybetti. Bankanın 2006 yılında 67,5 milyar euro olan piyasa değeri 2011 itibariyle 13,4 milyar euroya inmiş durumdadır. Beş senede beşte birine düşmüş. En büyük ikinci bankası İntesa Sanpaolo’nun piyasa değeri ise son beş yılda 35,6 milyar eurodan 15,7 milyar euroya düşmüş. Zaten bu iki banka da borsada 1 euronun altında işlem görüyor. Bu iki bankayla ilgili daha ilginç bir durum ise, Haziran sonu itibariyle Unicredit’in 38,7 milyar euroluk, İntesa Sanpaolo’nun ise 64,5 milyar euroluk italyan devlet tahvili bulunuyordu. Ellerindeki devlet tahviliyle, piyasa değerlerini bir kıyaslayın. 38,7 milyar euro devlet tahvili olan bir bankanın değeri 13,4 milyar euro; 64,5 milyar euro tahvil olanınki ise 15,7 milyar euro! Trajik bir durum. Bankaların bu kadar değer kaybettiğine mi şaşıralım, devlet tahvillerinin bu kadar itibarsızlaştığına mı?
Sermaye’nin değeri bu kadar düştüğü bir zamanda asıl soru İtalyan banklarının
sermaye yeterliliğini nasıl sağlayacağı. Bir şekilde sermaye bulmaları lazım. Hisselerin değeri 1 euronun altına düştü, çok
ucuz. Başka zaman olsa yatırımcıların hücum etmesi gerekebilir ama sene başından beri banka hisselerinden %50’nin üzerinde zarar eden yatırımcı daha fazla para yatırmayı istemiyor. Bir taraftan da artan borçlanma faizleri bankaları “likidite tuzağı”na düşürmüş durumda. Keynes’in teorisinde “likidite tuzağı” para basılmasına rağmen faizlerin düşürülemediği kitlenme durumudur. İnsanlar korkudan parayı ellerinde tutarlar. İtalyan bankaları Avrupa
Merkez Bankası’ndan gelen fonlamaya rağmen borçlanma faizlerini bir türlü düşüremiyor.
Yatırımcı parasını nereye yatıracağını bilemiyor ve nakitte bekliyor. Gerçekten tam bir kitlenme durumu, İtalya’da bankacı olmak istemezdim.