Vesayetçi sistemin sonu mu?


Bu ülke birkaç defa kendi güvenlik güçlerinin saldırısına uğradı. Darbelerden söz ediyorum. Milletini güvenlik zafiyeti (iç düşman) olarak görüp onu siyaset dışında tutmakta, suçlayıp hapislerde çürütmekte, işkence etmekte beis görmediler. Darbe sonrasında yarattıkları yasal cenderelerde (buna "anayasa yapmak" dediler) tuttukları toplumu, onun adına yönetmeyi kendi hakları olarak gördüler. Bunu da "güvenlik ve istikrar sağlıyoruz" diye yaptılar. Ülkeyi yönetecek gençlerin eğitildiği kurumların yöneticilerini (rektörleri) bile o kurumların (üniversitelerin) mensuplarına seçtirmediler. Onlara güvenmediler. Bir de "istikbali Türk gençliğine teslim edecekleri" yalanını söylediler. Tüm gaddarlıkları için şimdi kendilerinden hesap sorulacağı belirdiğinde, "intihar ederiz" diyorlar. Etsinler. Yeni bir döneme giriyoruz. Ülke kendisinden saklanan geçmişiyle hesaplaşıyor. Ona refah, özgürlük ve adalet sunmadan güvenlik sunacağız diye hayatını ipotek altına alan bir vesayet siteminden kurtulmaya çalışıyor. Halkın gerçekten kendi hayatına ilişkin kararlara, bunların uygulamasına ve denetlenmesine katılma arzusu, yeni dönemin kurumsal ve yasal şeklini belirleyecek. Ama tam bu sürece girilmişken Genelkurmay'dan pişmiş aşa yeniden su katıldı. Yayınlanan bildiri şöyle: "5-7 Mart 2003 tarihinde 1'inci Ordu Komutanlığı'nda yapılan bir plan semineri ve bu seminerle ilişkilendirilmeye çalışılan ve bir darbe planı olduğu iddia edilen planla ilgili olarak başlatılan kovuşturma işlemi devam etmektedir. Halen tutuklu bulunan 163 askeri personelin, tutuksuz yargılanmak üzere yaptıkları müracaat 5 Nisan 2011 tarihinde itiraz mahkemesi tarafından ikinci kez reddedilerek, tutukluluk hallerinin devamına karar verilmiştir... Türk Silahlı Kuvvetleri'nin görevli ve emekli 163 personelinin tutukluluk halinin devamını anlamakta güçlük çekilmektedir..." Çok yumuşak bir üslupla dile getirilse de söz konusu bildiri yargı sürecinden memnuniyetsizliği ve benzer süreçlerden geçen diğer kurum mensuplarından ayrı bir muamele beklediğini ima ediyor. Demek ki devlet sistemi içindeki yeri eskisi gibi ayrıcalıklı olsa, diğer kurumlara baskın konumunu sürdürse ve bu durum kamuoyu tarafından onaylansa, TSK maruz kaldığı muamelenin hesabını rahatlıkla sorabilir. Bu nedenle devletin toplum üzerindeki patronajı ve diğer devlet kurumları üzerindeki vesayetinin yapı sökümü kesintisiz devam etmelidir. Sivil otoritedeki bir sürçme, hükümette biraz zayıflama eski düzenin geri gelmesini sağlayabilir. Devlet vesayetinin ana aktörü bürokrasi ve onun merkezinde yer alan ordu siyasal organlar değildir. Bir meslek örgütüdür ve yürütmenin önemli bir icra organıdır. Bu konumunu aşıp bağımsız bir kurummuş gibi görüş belirtmesi, kuvvetler ayrılığının daha oturmadığını ve kurumların rollerini ve yetkilerini bu anlayış çerçevesinde değil, yürütmenin üstünlüğü ve yürütmenin içinde TSK'nın önceliği anlayışının devam ettiğini ortaya koymaktadır. Bu vesayet sistemi bir an önce çözülmeliyken bugün AK Parti'nin seçime sadece anayasa endeksli bir kampanya ile gittiğini görmekteyiz. Kangrenleşmiş toplumsal sorunlara somut çözüm önerileri sunmanın veya takınılacak kesin bir siyasal tavrın bir kısım seçmeni uzaklaştıracağı düşüncesi, seçim sürecini steril bir hale getirmektedir. Başta iktidar partisinin tüm partilerin seçmene seçim sonrasında nasıl bir gelecek ve nasıl bir devlet sistemi önerdiği bilinmemektedir. Bu belirsizlik ortamı, seçmenin hangi doğrultuda oy kullanacağını kişilere (parti başkanlarına) ve partilere indirgemektedir. Halk, kendi hayatına ilişkin teklifleri, projeleri belirlemekten uzaktır. Bu konuda siyasal partileri de etkileyememektedir. Bu da siyaseti ilkeler ve programlar üzerinden değil, kutuplar ve ideolojik duruşlar üzerinden etkilemekte, beklenen toplumsal uzlaşma ve istikrar ertelenmektedir. Bugün artık Türkiye'nin yakıcı (birinci derecede önemli) sorunları değil, ikinci derecede önemli sorunları bile bilinmekte, ifade edilmektedir. Ama somut çözüm önerileri ve çözüm pratikleri bir türlü devreye girememektedir. Her kesime biraz şirin görünmek, kimseyi tedirgin etmemek kaygısı, partileri ya "halk dalkavukluğuna" ya da renksizliğe ve etkisizliğe götürmektedir. Eğer bu bir seçim taktiğiyse işlevsel olabilir ama bu renksiz ve belkemiksiz davranış seçimden sonra da devam ederse Türkiye'yi sıkıntılı bir dönem beklemektedir.
<< Önceki Haber Vesayetçi sistemin sonu mu? Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER