Mısır'da Mübarek rejimi düşünce Süveyş Kanalı'ndan iki
İran gemisi geçip
Suriye'ye gitti.
Bu 1979 İran
İslam Devrimi'nden sonra ilk kez oluyordu. Aslında
İsrail, "ulusal güvenlik" bahanesiyle
Kızıl Deniz'e son iki yılda
füze ile donatılmış gemiler ve bir Dolphin
tipi denizaltı göndermekte tereddüt etmedi. Ama o, kendisini bu ormanın kralı olarak görüyor.
Geçenlerde kanalı geçen İran'a ait
yaşlı iki
İngiliz yapımı gemi (biri savaş diğeri ikmal) Akdeniz'e çıkınca İsrail yine pazılarını gösterdi ve Arrow tipi anti-balistik sistemini başarıyla denediğini geçen salı günü ilan etti.
Bütün bunlar İsrail'in artan oranda Orta Doğu'da gelişen olaylardan fevkalade kaygılandığını gösteriyor. Haksız da değil. 11 Şubat'ta H. Mübarek düştükten sonra tüm
Amerikan eğitimine ve donanımına rağmen manevralarında hâlâ İsrail'i "düşman" olarak gören ve ona göre savaş/
savunma planlaması yapan Mısır ordusu şu anda iş başında. 2006 yılında Mısır hükümetinin yaptırdığı bir kamuoyu yoklaması Mısır
halkının %92'sinin hâlâ İsrail'i "düşman" olarak gördüğünü ortaya koydu.
Oysa Mısır ile İsrail arasında 1979'da imzalanan barış
anlaşması, İsrail'in güvenliğinin bel kemiği. Öyle ki Mısır, çöl birliklerini bu anlaşmadan sonra lav etti. 1994'te
Ürdün'le de imzaladığı anlaşma sonrasında
yurt içi milli hasılasının %30'u olan savunma giderlerini %7'ye çekebildi. Bu da ülkede
yaşam kalitesinin artmasına vesile oldu. Şimdi bütün bu dengeler alt üst olabilir. Çünkü Amerika'nın 1979'dan beri sağladığı 60 milyar dolar destekle yanına çektiği Mısır'ın İsrail'le sürdürdüğü "
soğuk barış"ı istemeyen halk kitleleri,
siyasete ağırlıklarını koyabilirler. Diğer yandan, benzer şartlarla İsrail'in güvenliğini sağlayan Ürdün kraliyet ailesinin otoritesi sarsılırsa, nüfusun %60'ını oluşturan Filistinliler, Ürdün'ün dış politikasını ciddi biçimde etkileyebilirler.
Bu durumda İsrail ne yapacak? Daha doğrusu ne yapabilir? Öncelikle, tatsız sözlerle ve diplomatik olmayan tavırlarla arasının açıldığı
Türkiye ile ilişkilerini düzeltebilir. Mavi
Marmara olayında yaptığı gafı Türkiye'nin beklentileri doğrultusunda
tamir edebilir. Kendisini çevreleyen düşmanlık denizinin kabarması olasılığına karşı Türkiye güvenilir bir limandır. İsrail'in aklı başında kani önderleri ve siyasetçileri bu gerçeği anlayıp harekete geçebilirler. Bu tavrı, Suriye ile de olan ilişkilerini tamir ederek (kalıcı bir barış karşılığında Golan'ı terk ederek) de gösterebilirler.
Nitekim,
Haaretz gazetesi, geçenlerde
ABD Senatosu Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı Senatör
John Kerry ile Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'ın son birkaç aydır, İsrail ile Suriye arasındaki görüşmelerin yeniden başlatılması için çalıştıklarını duyurdu.
İkinci olarak, İsrail askeri gücünü ve hazırlığını daha fazla artırabilir. Bunun sonu nükleer cephaneliğini görünür kılmaktır. İsrail kültüründe, "
toprak vermektense hayat verilir" düsturu çok derine iner. Nitekim Suriye ile "toprak karşılığında barış" formülüne göre anlaşmak isteyen eski
Başbakan İzak Rabin'in bir aşırı dinci-milliyetçi tarafından öldürülmesinin anısı tazedir ve bu olay siyasetçilerin önünü tıkamaktadır. Siyaset daha köktenci, daha milliyetçi unsurların etkisinde kalmaktadır. Ne de olsa yaşadıkları ve hayal ettikleri toprakları onlara "Allah'ın vaadi" olarak görüyorlar. Yahudilik'ten başka
arazi tapusuyla gelen bir din yok.
Tüm bunlar, İsrail'i daha soyutlayıp içine kaparken karşısındaki hasımların sayısı artıyor. Bu durumda İsrail'in ABD'nin yardımına ve desteğine ihtiyacı daha da fazla olacak. ABD, giderek demokratikleşen, en azından daha çok halk iradesine dayanan rejimlerin çoğaldığı
Kuzey Afrika ve Orta Doğu'da bu kadar "kör gözüm parmağına" İsrail yandaşlığı yapar ve
bölge halklarını/devletlerini karşına alırsa kendisinin etkinliği ve inandırıcılığı bir hayli zayıflayacak.
Yani neresinden bakılırsa bakılsın taşlar ciddi biçimde yerinden oynuyor ve nasıl bir
mimari ile yeni bir düzenin kurulacağı hayli belirsiz görünüyor. Belli olan tek şey dünyamızın bu bölgesinde hiçbir şey aynı olmayacak.