Libya'ya sıçrayan
özgürlük rüzgârı, o kadar toz
duman kaldırdı ki
Orta Doğu ve güney Akdeniz'de tüm dünyayı etkileyecek olan "gelecek" görünmez oldu.
Bir yandan da
Türkiye seçime hazırlanıyor. Seçimin sonuçları, bölgemizdeki belirsizliğin dağılmasına katkıda bulunacak mı yoksa belirsizliği, hatta istikrarsızlığı artıracak mı, pek belli değil. Bu nedenle üzerinde durmaya değer.
Önce kendimize sormalıyız; yurttaşlık görevi olarak yapacağımız şey gerçekten 'seçim' mi? Seçim, bireyin kendi belirlediği seçenekler arasında
tercih yapmasıdır. Pekiyi bizim önümüze, "oyunuzu bunlara verin" diye konulan listeyi biz, yani
seçmenler mi yapıyor? O listeye giren adayları biz mi belirliyoruz? Yooo! O halde önümüze konan seçenekler, başkalarının tercihi. Biz sadece hangi siyasal partiye meyilliysek ona oy vermek zorunda kalıyoruz. "Zorundayız" sözcüğünün altını çizmek gerekir.
Bugün kendi seçim çevresinden, ilinden seçilen vekillerinin çoğunun adını bile bilmiyorsak, bu zorunluluktan kaynaklanıyor. O halde bizim yaptığımız tam bir seçim değil. Oysa bize
demokrasi, kendi irademizle kendimizi yönetmek olarak öğretilmişti. Tevekkeli, uluslararası demokrasi ve özgürlük skalalarında (mesela
Freedom House) Türkiye, "yarı demokrasi" veya "yarı özgür ülkeler" kategorisinde gösteriliyor.
12 Haziran 2011'de gerçekleştirilecek genel seçimlerde yaklaşık 50 milyon seçmen oy kullanacak. Bu müthiş bir sayı. Ama %10 seçim
barajı, bu kitlenin tercihlerinde önemli bir kısıtlamaya neden olacak. Temsilde
adaletten murat bu olmaması gerekir. Hele bu anti-demokratik barajın "istikrar" için konduğu hiç inandırıcı değil. Amaç gerçekten bu ise, baraj yüzde yirmiye de çıkarılabilir ve tek parti rejimine geri dönülebilir. Bu yapılmıyorsa,
küçük partilere ve yerel tercihlere
siyasetin kapısını kapatmak amaçlanıyor demektir. Sırf mevcut partiler parlamentodaki varlıklarını sürdürebilsinler diye ilkesiz bir biçimde sürdürülen yüksek baraj, yine temsilde adaletsizliği ve yaygın katılımı engelleyecek.
Yüksek barajın sınırlandırıcı etkisini aşmak için bağımsız
adaylık ve seçilme çabasının önünü kesen başka önlemler de var.
Bağımsız adaylardan 2007 Temmuz seçimlerinde alınan 476 liralık başvuru ücreti, 17 kat artırılarak 7 bin 734 liraya çıkarıldı. Bunun, eşit şartlarda bir yarışma ve demokratik bir tutum olduğunu iddia etmek zor. Hele,
ocak ayında 109 milyon 100 bin 370 TL
Hazine yardımı alan Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP),
Cumhuriyet Halk Partisi (
CHP) ve
Milliyetçi Hareket Partisi (MHP), bu yılın seçim yılı olması nedeniyle bu miktarı üç kat fazlasıyla, yani 218 milyon 200 bin 741 TL daha alırlarken yardımın dağılımı şöyle: AKP 186 milyon 544 bin; CHP 83 milyon 608 bin; MHP 57 milyon 148 bin lira...
Bir de temsil adaletsizliğinde
toplum nüfusunun yarıdan biraz fazlasını oluşturan kadınların durumu, daha doğrusu oranı var.
Kadınlara seçme ve seçilme hakkını 20. yüzyılın başında birçok Batılı ülkeden daha önce tanımış olan ülkemizde TBMM'ye 76 yılda girebilen toplam kadın milletvekili sayısı sadece 236. BM verilerine göre ülkeler, son 50-60 yıllık kadın milletvekili oranlarına göre sıralanacak olursa, 1940'lardan 90'lı yılların sonlarına kadarki
% 1-1.5'lik kadın temsiliyle pek övünecek durumda değiliz. Değiliz ama
iktidar partisi dahil "terörizmin Meclis'teki temsilcisi" olarak suçlanan
Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) hariç, hiçbir siyasal partimiz bu konuda yüzümüzü ağartacak bir girişimde bulunmuyor. Özetle, siyaset, parası olan, parti başkanına sevimli görünen erkeklerin uğraşı olma niteliğini sürdürüyor.
Yukarıda sayılanlar yaklaşan seçimlere ilişkin
itiraz noktaları. Bu seçimde olumlu yenilikler de var. Örneğin, iki kelime Türkçe'den gayrı bir dil konuştu diye insanlar mahkemelerde süründürülür, hapse atılırken seçimlerde ilk kez
Kürtçe propaganda serbest. İnsan kendisini tutamıyor: Bre akl-ı evveller, bir gün bu ülkenin gerçeklerini kabul edecektiniz de bunca yıl insanları neden doğduğuna pişman ettiniz, neden devletin kaynaklarını kendi enerjinizi boşuna harcadınız?
İlk kez 25 yaşındakiler
milletvekili adayı olabilecek.
Üniversite öğrencileri kaldıkları yurda bağlı ilçelerde oy kullanabilecek.
Seçime 27 siyasi parti katılacak. Üçü dışında
seçim barajını aşması; dördü dışında TBMM'de grup kurması mümkün görünmüyor. Bu durum Türkiye'de demokrasinin serpilmesini ve derinleşmesini önlüyor. Gelecek seçimlere bu koşullarda gidilmeyeceği açık. Bu durumu ne kendisiyle alay ediliyormuş gibi "demokrasi oyunu"na dahil edilen seçmen ne de sıkı bir rekabete hazırlanan yeni siyasal oluşumlar izin verecektir. Öyle görünüyor ki siyaset asıl seçimden sonra ısınacak.