Takma adı '
Balıkçı' olan İlhami
Işık,
Taraf gazetesinde açık kimliğiyle Neşe Düzel'le bir söyleşi yaptı. (1-2
Ağustos)
Bu ve daha önceki örneklerinden görüldüğü gibi asıl balıkçı Neşe Düzel'in kendisi. Geçen sefer bir BDP milletvekili ile "
demokratik özerklik" konusunda söyleşi yapmıştı ama ağı boş çıkmıştı. Ne kastedilen "özerklik" demokratikti ne de içeriği konusunda derinliğine düşünülmüş, doyurucu bir bilgi vardı.
"Balıkçı"nın ilginç tahlillerinden birkaçını paylaşalım:
Düzel,
Öcalan'ın
Silvan baskınından önce "
Kürt tarihinin en önemli anlaşmasını yapmak üzere olduğunu" söylediğini hatırlatarak ne tür bir anlaşmadan söz edildiğini soruyor. Balıkçı: "Apo, devletle 'üçlü mutabakata' vardığını söyledi. Birinci mutabakat, Barış Konseyi'nin kurulması. İkinci mutabakat, meselenin güvenlik boyutuyla, yani gerillanın dağdan indirilmesiyle ilgili. Üçüncü mutabakat da yeni bir anayasa yapılması... Gerilla dağdan nasıl indirilir konusunda bir prensip anlaşmasına varılmış. Zaten Öcalan'ın ilk açıklaması, görüştüğü devlet heyetiyle sanki bu mutabakatlar imzalanmış gibiydi. Sonra Öcalan, 'imzalamadım' deyince, birileri apar topar 'demokratik özerklik' ilan etti. Oysa Öcalan demokratik özerkliğin iki yıl daha tartışılmasını istiyordu."
Neşe Düzel, neden bu iş aceleye getirildi diye sorunca, Balıkçı: "Öcalan'la mutabakat gerçekleşirse o mutabakatın içinde demokratik özerklik yok diye böyle apar topar ilan edildi. Devletle Öcalan arasında bir mutabakata doğru gidişat var. Ama bu mutabakat Kürtler'e siyasi statü getirmiyor diye bir algılama oldu.
PKK'lılar dağdan inecek ve kendisine 'Sen niye dağdan iniyorsun' diye sorulacak. O da 'Demokratik özerkliği biz sağladık, Kürtler'e biz bir statü kazandırdık' diyecek. Dağdakiler, Kürtler'e hak ve özgürlükler tamam ama Öcalan'la devlet arasındaki bu üçlü mutabakat, Kürtler'e bir siyasi statü kazandırmıyor. Devlet bizi oyalıyor diye düşündüler ve özerkliği zamansız, hazırlıksız ilan ettiler."
APO'nun 'Artık bir mutabakat durumu yaşıyoruz, 15 Temmuz itibarıyla
devrimci halk savaşını ortadan kaldırdık' demesine rağmen PKK ve bağlı kuruluşlarının özerklik ilanı konusunda Balıkçı şu kanıda: "...Özerkliğin hangi yöntem ve araçlarla oluşturulacağı konusu önemlidir. Eğer demokratik yollardan konuşarak, tartışarak, yeni bir anayasa yaparak, Türkler'i ve BDP'ye oy vermeyen Kürtler'i de ikna ederek hayata geçirmeyi istiyorsan burada bir sorun yoktur. Ama ilan ettiğin özerklik, devrimci halk savaşıyla (yani şiddetle) sürdürülecekse, kurulacaksa bu, Kürtler'le Türkler'in ayrışmasıdır." Bu adı konsa da konmasa da bir
iç savaş ve Türkiye'nin istikrarsızlaşması anlamına gelir.
Pekiyi, durum bu kadar açıkken PKK ve bağlı kuruluşları, tek önderleri olduğunu ve ortak aklı temsil ettiğini söyledikleri Öcalan'ın gücünü kırmak ve etkisini azaltmayı neden istesinler?
Bu soruya Balıkçı, PKK'nın
Kandil kanadının devletle olan müzakereleri tek başına Öcalan'ın sürdürmesini istemediği, kendilerinin de sürece müdahil olmak istedikleri yanıtını veriyor. "Kandil, kendi durumunun müzakerelere tam yansımadığı inancında. Tasfiye edileceği endişesi nedeniyle kendisinin de dikkate alınmasını istiyor. Tasfiye endişesinden ancak böyle kurtulacağını düşünüyor." Kısaca, onca can ve fedakârlığın bedelini istediğini, sadece Kürtler'in haklarının artırılması ile yetinmeyeceğini, özerklik ile Kürtler'i yönetme imkânını devletten koparmayı arzuladığını söylüyor. Bunun yolunu da Kandil, 'demokratik özerklik'te görüyor. Kısaca durum sanıldığı kadar basit değil.