Bu hafta
Birleşmiş Milletler'de (BM) oylanacak olan
Filistin'
e devlet statüsünün tanınması konusu, uzun süre tartışılacak olan ve "ben size demedim mi" diye biten cümlelerin hedefi olacak.
Şimdiye dek Filistinliler'in devlet statüsüne kavuşturulmasını savunan ama son zamanlarda "
İslam'ın yükselişinden" kaygı duyan ABD'yi ve karşısında eşit statüde bir rakiple nasıl baş edeceğini bilmeyen
İsrail'i huzursuz etti.
Avrupa'nın ise kafası karışık ve bir kez daha kimi Avrupalı devletler, haklar ile çıkarlar arasına sıkışıp ahlaki değerleri boşlamanın arifesinde.
Mavi
Marmara baskını ve
Gazze ablukasının kırılması çabaları nedeniyle kopma noktasına gelen
Türkiye-İsrail ilişkileri, Filistin konusundaki zıt tutumları nedeniyle daha da kötüleşebilir. Şu anda ABD'de olan
Başbakan Erdoğan ile Başkan Obama'nın görüşme konularının başında bu olgu geliyor. ABD yönetimi, iki müttefiki İsrail ile Türkiye arasında bir
tercih yapmamak için azami özeni gösteriyor. Ama zorlanıyor. Bunu Türk tarafı da anlıyor.
Washington, Filistinliler'in İsrail'le anlaşmadan devlet ilan etmelerini önlemek için Ortadoğu'ya iki özel temsilci birden gönderiyor. İsrail Başbakanı Binyamin
Netanyahu ve Cumhurbaşkanı Mahmut
Abbas ile görüşecek olan iki özel temsilcinin hedefi Filistinliler'i daha alt bir statüye razı etmek. İsrail ise başta Filistin yönetimini, devlet statüsünü tanıyacak herkesi tehdit ediyor.
Bu konuda Avrupa bölünmüş durumda. Oysa Filistin otoritesinin devlet olma isteğinin kabulü AB'nin uzun erimli politikası. Neden o zaman şimdi tereddütler doğdu? Özellikle
Almanya,
İtalya,
Hollanda ve
Çek Cumhuriyeti, "hayır" cephesinde. Alman
Dışişleri Bakanı
Guido Westerwelle,
ülkesinin tutumunu şöyle açıklıyor: "
Almanya'nın İsrail'e karşı özel bir sorumluluğu var." Söylemek istediği Nazi Almanya'sının Yahudiler'i soykırıma uğratması ve Avrupa Yahudiliğini yeryüzünden silmek için yaptığı zulüm için bitmeyen bir
özür dileme halinin bu kez acı çekenler Filistinliler olsa da devam ettiği.
Fransa'nın başını çektiği
Avusturya,
Belçika,
Finlandiya,
Lüksemburg,
Polonya,
Slovenya,
İsveç ve
İspanya Filistin devletinin ilanını onaylıyor. Ama durum göründüğünden daha karmaşık; bağımsız devlet olma başvurusu BM Genel
Kurulu'nun 2/3'ünün onayı ve
Güvenlik Konseyi'nin 9 üyesinin tümünün tasdiki ile gerçekleşiyor. Genel Kurul üyelerinin (193) büyük çoğunluğu başvuruyu onaylasa bile ABD'nin veto edeceği kesin.
Bu bir 'felaket' tablosu çünkü BM'nin ne prestiji kalır ne de ahlaki vasfı. Koca BM'nin büyük-devlet politikasının aracı olduğu duygusu iyice yerleşir. O nedenle adı belirtilen ülkeler Filistin Devleti'nin
Vatikan gibi her türlü toplantıya katılan ama karar yetkisi olmayan bir "gözlemci devlet" statüsüne razı olması için gayret ediyorlar. Bu kez Türkiye daha temkinli: Başbakan'ın ağzından Türkiye de bu 'çözüme' şimdilik
yandaş görünüyor.
Mesele hem Filistin otoritesini hem de İsrail'i "yenilmiş taraf" psikolojisine sürüklememek ve ABD'yi tek taraflı olarak İsrail'i destekleyen ülke konumuna sokmamak. Bu duruma Filistinliler razı olacaklar mı? Çünkü onlara "müzakere edin" diyorlar oysa on yıllardır süren
müzakereler bir sonuç vermedi. Şimdi ne değişecek?
Ayrıca Filistin tek taraflı
bağımsızlık ilan etmiyor. Bugün sunulan gözlemci ülke statüsü ona 1974'te zaten verilmiş. 1998'de katılma hakları genişletilmiş. Filistin,
UNESCO, Dünya
Sağlık Teşkilatı, Bağlantısızlar Grubu, 77'ler Grubu ve İslam Konferansı, Arap Devletleri Ligi gibi uluslararası örgütlerin tam üyesi.
Artık Filistin sorununa iki-devletli bir çözüm üretmek dünya ülkelerinin kaçınılmaz sorumluluğudur.