Sele teslim olan
İstanbul’un sefaletini hüzünle izliyoruz. 2010’da
Avrupa Kültür Baş
kenti olmaya hazırlanan İstanbul’un çöküşü için birkaç saatlik yağmur yetti.
‘
Lale Devri’ sona erdi.
31 kişinin öldüğü felaket, kentin tüm çarpıklıklarını ortaya çıkardı. Sadece dere yatakları ve su havzalarındaki imar rezaleti, işyerleri ve konutların iç içe geçtiği alanlardaki altyapı sorunları İstanbul gerçeğiyle yüzleşmemize yetti. Ancak daha büyük utanç, insanların sel sularında can verdiği sırada, sergilenen yağmacılıktı! Çoğu daha iyi koşullarda yaşama, çalışma ve ‘
modern’ kentin olanaklarından yararlanmak üzere İstanbul’a gelen bu insanların bir kısmını, can pazarından mal kapmaya uğraşırken izledik ekranlarda. Öte yandan, kapalı bir
servis aracında can veren 7 kadın işçinin trajedisiyle sarsıldık.
Değer erozyonu işte böyle bir şey.
İstanbul’un ‘vahşi düzeni’ tüm değerleri ayaklar altına alıyor.
Dün, ‘Ya deprem olursa’ diye sormuştuk?
Ayamama Deresi’nin taşkınlarıyla baş edemeyen İstanbul’un altını üstüne getirecek depremde 30 kişi değil de, 30 bin kişinin öldüğünü düşünelim, 50-100 bin konutun yıkılacağı kentin -sele dayanamayan yollarında-
ulaşım nasıl sağlanacak, sular altında kalan hastanelerinde hekimler ne yapacak, salgın hastalıklar nasıl önlenecek?
17
Ağustos depreminde inanılmaz bir
dayanışma sergilenmişti.
İnsanlar İzmit’e, Yalova’ya, Sakarya’ya koşmuşlardı.
‘Sivil
toplum’, bir mucize yaratmış, müthiş bir özveriyle unutulmayacak bir ‘insanlık duruşu’ sergilenmişti.
On yıl sonra, seldeki eşyaları yağmalayanlara bakınca ‘sosyal ve insani’ boyutları
ihmal edilmiş bir
büyüme ve
kalkınma stratejisinin bu ülkeyi ne hale getirdiğini anlayabiliyorsunuz. İstanbul bu ‘vahşi düzen’in sürdürülemezliğinin de somut örneği.
Ülkeyi yönetenlerin bu vesileyle, ‘
ekolojik’ değerleri anımsamaları, ‘ozon gazı’ndan, ‘derelerin intikamı’ndan söz etmeleri iyi de,
siyaset de sonuçta bu ‘
rant ve talan’dan beslenmiyor mu?
İstanbul’a ‘üçüncü
köprü’ yapma inadı da sonuçta şehri yok etmeye çalışmanın bir göstergesi değil mi?
15 milyonluk kentin sefaleti ortadayken, 20 milyonluk İstanbul’u nasıl yöneteceksiniz?
Başbakan Erdoğan, “Dere yataklarındaki bütün yerleşimleri bizim süratle ortadan kaldırmamız lazım” demiş.
Eğer öyleyse,
Beykoz-
Tarabya arasındaki köprü güzergâhı için Ömerli’den Kemerburgaz’a uzanan ormanlık arazide açılan yollar ne anlama geliyor? Kent betonlaştıkça daha büyük afetlere davetiye çıkarılıyor. Onlarca yıllık tahribatın ve çarpıklığın sonunda bugün yaşadığımız trajediler, sonuçları itibariyle
doğaldır. Ancak ‘
doğal afet’ değildir. Gelinen noktada sorumluluğu olan
yerel yönetimler ve iktidarlar, ‘doğa’ya sığınmayı şimdi
akıl ediyorlar.
İstanbul bu yağmayı hak etmiyor.