Güney Afrika’daki
futbol şöleni Hollanda’yı Iniesta’nın gölüyle 1-0 yenen
İspanya’nın zaferiyle sona erdi. Kupayı İspanya’nın kazanmasına sevindik; Akdenizli ruhumuz
ekran başında çoğumuza İspanya dedirtiyordu. Bahisleri tuttuğu sürece suda kalma şansı artan kâhin ahtapot Paul adına da bu galibiyeti istiyorduk. Üstelik Beşiktaşlı olarak “çorbada bizim de tuzumuz” vardı! “Kasaba benziyor” diye
ülkesine gönderdiğimiz
Vicente Del Bosque, BJK’den aldığı milyonlarca euro tazminatla başkaca
takım çalıştırmasına gerek kalmadığı için
milli takımın başına geçerek, İspanya’ya ilk dünya kupasını kazandırma onurunu yaşadı.
Del Bosque, kıran kırana geçen maçtan sonra futbolcuların omuzlarında yükselirken, “Her şeyi onlara, büyük oyunculara borçluyuz” diye konuşmuş. Bir Beşiktaşlı olarak Del Basque ne zaman ekrana gelse, ünlü
teknik adamı ülkesine göndermekle dünya futboluna yaptığımız katkıya sevinmekten kendimizi alamadık. Gelecekte de kulüplerimizin avuç dolusu para sayıp bir
sezon bile dayanmakta güçlük çektikleri teknik direktörleri böyle turnuvalarda izleyeceğimizden kuşku duymayarak televizyonu kapattık.
Duygularımız, Brezilya’ya, Gana’ya şartlanmışken, Mesut Özil’li Almanya’nın, Maradona’nın Arjantin’ini devirmesini beklerken nedense İspanya’nın zaferini gözler gibiydik.
“Futbol asla sadece futbol değildir” sözünü doğrulayan çağrışımlardı belki de 2010 Dünya Kupası’nda ev sahibi
Güney Afrika ile kupayı kazanan İspanya’ya olan sempatiyi arttıran.
Nelson
Mandela örneğin. Kapanışta
efsane lider de vardı.
Güney Afrika’da ırk ayrımcılığına karşı 27 yıl
özgürlük mücadelesi veren Mandela, devlet başkanı seçildikten sonra eski rejime karşı uygulanan futbol ambargosunu kaldırmak için de uğraş verdi, 2010 dünya kupasına ev sahipliği onun eseridir. Simon Kuper, Mandela’nın Güney Afrika’nın
Nijerya ile yapacağı Afrika kupası maçı için milli takım kampını ziyareti sırasında “hangi takımı tutacağına” karar vermediğini söylemenin futbolcuları şaşırttığını yazar. Mandela, “Çünkü rakibimiz Nijerya. Güney Afrika’daki ırk ayırımı mücadelesini başından beri destekleyen bir ülke” diye konuşur.
Mandela sayesinde Güney Afrika şimdi saygın ülkeler liginde.
İspanya’nın “faşist”
Franco rejimi sırasındaki dışlanmışlığı Mandela’nın ülkesinden farklı değildi. Eski sömürgeci bir güç olarak
Avrupa coğrafyasında Güney Afrika’ya oranla daha kolay müttefik buluyordu. 1970’lere doğru Batı demokrasileri geliştikçe, İspanya,
Portekiz,
Yunanistan gibi ülkelerde faşist rejimler çatırdıyor,
generaller, albaylar cuntasının sonu geliyordu.
İspanya AB sürecinde “çoğul, demokratik” bir ülke olmanın gereği anayasa değişikliğiyle etnik sorunlarını çözme sınavından başarıyla çıktı. Dünya kupasına uzanan ellerde
Real Madridli, Barcelonalı oyuncular coşkuyla birleştiler.
Türkiye de neden başaramasın?!