Almanya’daki
seçimlerde Sosyal
Demokrat Parti (SPD) savaştan sonraki en büyük yenilgisini aldı.
Küresel ekonomik krizin faturasını “
koalisyon” ortaklarının ödemesi kaçınılmaz gözüküyordu ancak
Başbakan Angela Merkel liderliğindeki Hıristiyan Demokratlar (CDU) oy kaybını sınırlı tutmayı başardığı için yerini korudu. Seçimde önemli sıçrama yapan liberaller (Hür Demokrat Parti-FDP) Sosyal Demokratların yerine Merkel’le hükümet kuracaklar.
Böylece
iktidar, Schröder’le başlayan sol iktidarlar döneminden sonra “merkez sağ”a geçmiş oluyor.
Avrupa’da muhafazakâr-sağ iktidarların yükselişi Kuzey’de İsveç’ten başlayarak,
Hollanda,
İtalya,
Fransa gibi ülkelerden sonra Almanya seçimleriyle “istikrarlı” bir seyir izliyor.
İngiltere’de
Tony Blair-
Gordon Brown değişiminden sonra
İngiliz İşçi Partisi’nin de ilk seçimde iktidarı kaybedeceğine yönelik göstergeler var; dünkü gazetelerde medya tröstü Murdoch’un “yeni sol”dan desteğini çektiğine ilişkin haberler vardı. Böylece Avrupa’da 1980’lerin “Thatcherist” eğilimlerine dönüşün ayak sesleri işitiliyor. Oysa küresel ekonomik krizin yol açtığı ekonomik durgunluk, işsizlik, gelecek kuşkusu,
refah devletinin simgesi sağlık, sosyal güvenlik harcamalarının kesilmesi gibi uygulamalardan sonra “tepki” oylarının muhafazakâr-sağ hatta ırkçı partilere değil, “sol”a yönelmesi gerekirdi. Tam tersi oluyor.
Merkez sol kaybediyor!
Solun liberalleştiğini, Almanya ve İngiltere örneğindeki gibi “üçüncü yol”a saptığını düşünen kitleler, küresel ekonomik krizin ağır faturasını sermayeyi doğrudan temsil eden partilere değil de, sermayeyle uzlaşarak programlarını sulandıran partilere, “yeni sol”a kesiyorlar.
Bir tek
İspanya bu sürecin dışında kaldı.
Yunanistan’da seçim var.
PASOK, “ulusalcı sol” nitelemesine daha uygun bir parti görünümünde ve
Papandreu liderliğinde kazanabilir.
Avrupa’da merkez sağın güçlenmesi,
Türkiye’nin AB üyelik süreci önündeki, Merkel-
Sarkozy duvarını biraz daha yükseltecek. Almanya’da Hür Demokratların desteğinin gelecekte ne denli etkili olacağını bilmiyoruz.
Türkiye’deki AB siyasetinin de “sol ayağı” zayıf.
AB politikalarını AKP taşıyor,
CHP ise “tam üyelik” hedefini destekler görünmesine karşın, “iktidarla olan mücadelesi” nedeniyle reformlara set çekiyor. “
Kürt açılımı”nda olduğu gibi eleştirel yaklaşıyor.
Avrupa solundan farklı olarak CHP’nin önemli bir şansı, ekonomik krizin geniş kitleler üzerindeki olumsuz etkileri, işsizlik,
yoksulluk gibi nedenlerle ilk seçimde “muhalefet”in yükselecek olmasıdır.
CHP eğer “milliyetçi sol” yerine “özgürlükçü demokrat” bir sol parti vizyonu çizebilirse, muhafazakâr sağ-liberal politikaların alternatifi haline gelebilir.
Sol bugünkü Türkiye şartlarında da iktidara gelemezse, ne zaman ve nasıl gelir?!