Gezegenimizde başka misali yoktur herhalde.
Etnik kimliğinden dolayı insanlara
mahkeme kararıyla “terapi” yapılmasının.
Ama güzel memleketimizde o da var artık.
Pazar günkü
Sabah’ın manşetinde, Erhan Öztürk’ün haberinden okudum.
Kapatılan DEHAP’ın Genel Başkanı Tuncer Bakırhan’a yaptığı bir konuşma nedeniyle hakkında açılan davada “rehabilitasyon” cezası verilmiş.
Bakırhan, bir terapi merkezinde bir sene süreyle sosyolog eşliğinde rehabilite edilecekmiş.
Bunun için her ayın 13’ünde Adalet Bakanlığı’na bağlı o merkeze gidecekmiş.
Gitmezse, işin ucunda
hapis cezası almak var.
Bakırhan, “Nasıl bir rehabilitasyon süreci yaşatacaklar bilmiyorum. Ben ne yaptığımın, ne konuştuğumun farkındayım. Bilerek ve inanarak yaptığım bir konuşmaydı. Bana söylediklerimin yanlış olduğunu mu anlatacaklar?” demiş.
Müthiş
buluş valla diyorum ben de, mahkemeyi kutlarım.
Şimdiye kadar bu niye kimsenin aklına gelmedi ona yanıyorum sadece.
Asimile edemiyorsan, rehabilite et!
30 senede bütün
Kürtleri tek tek terapiye tabii tutsaydık...
Şimdi ortada ne Kürt kalırdı, ne de savaş.
Hatta
uygulama Kürtlerde başarılı olursa neden Aleviler, solcular, İslamcılar ve
azınlıklar için de aynı yöntem denenmesin?
Diyorum ya keşke bunca sene
vakit kaybedilmeseydi.
Mis gibi, dikensiz gül bahçesi misali olurdu memleket.
Ama böylesi parlak bir fikir 12
Eylül cuntasının bile aklına gelmedi işte...
Bence Tuncer Bakırhan’ın rehabilitasyon sürecini ve sonuçlarını dikkatle takip etmek lazım.
Memleketin bekası için büyük önem arz ediyor netice itibarı ile.
Allah iki tarafa da
zihin açıklığı versin
İlkokula giderken, her sabah beni kapıdan uğurlayan anneannem, “Allah zihin açıklığı versin” derdi.
Kesinlikle bir şey anlamazdım bu laftan.
Bir süre sonra baktım her gün aynı temenni ile okula uğurlanıyorum bunun, “güle güle git, güle güle gel” misali bir anlamı olduğunu düşünmüştüm.
Böylece anlamını tam bilmesem de, “iyi bir şey” olduğuna karar vermiştim işte.
Kısa pantolonlu günlerimden beri bir daha işitmemiştim bu lafı.
Ancak geçen gün enteresan bir şekilde yeniden karşıma çıktı.
Birkaç senedir Türkiye’de çalışan bir
İngiliz arkadaşımız, epey geliştirdiği Türkçesiyle bugün biten PKK’nın eylemsizlik süreci sonrası için anneanne temennisinde bulundu: “Tanrı her iki tarafa da zihin açıklığı versin!”
Şahane bulduk bu temenniyi, içimizden “amin” dedik yeminle.
Dedik ama İngiliz arkadaşın ona göre gayet basit kimi sorularına da doğru dürüst
cevap bulamadık.
Onun soruları eşliğinde üç aşağı beş yukarı şöyle bir muhabbet döndü masada:
“Daha önce de defalarca
ateşkes dönemi olmuş, neler yapılıyor bu dönemde?”
– Çatışma olmuyor veya en aza iniyor.
“Onu biliyorum, yani süre dolunca yeniden çatışmaların başlamaması için ne yapılıyor?”
– O anlamda pek bir şey yapılmadı şimdiye kadar.
“Nasıl yani, verilen süre dolana kadar bekleniliyor ve sonra her şey kaldığı yerden devam mı ediyor?
– Eee öyle sayılır. Ama en azından insanlar ölmüyor bu zaman içinde.
“Şimdiye kadar kaç kere böyle ateşkes dönemi oldu?”
– Galiba bu yedincisiydi.
“Yani yedisinde d
e devlet ateşkes kalıcı olsun diye hiçbir adım atmadı, iki taraf da sadece bekledi öyle mi?”
– Öyle valla...
“O zaman en azından bundan sonrası için Tanrı zihin açıklığı versin iki tarafa da!”
İngiliz arkadaşımıza sorduk, o da bu lafı her sabah oğlunu okula yolcu eden komşu teyzeden duyup araklamış.
Şimdi muhabbetimizi yazarken yeniden düşündüm de, neyse ki henüz “Allah rahatlık versin” lafını bilmiyor bizim İngiliz.
Yoksa iki tarafın da durumuna cuk oturur diye kesinlikle o temennide bulunurdu.