İç çekişmelerimiz dış dünyadaki hararetli
Türkiye tartışmasını gözlerden kaçırabiliyor. Bunda şaşılacak bir yan olmayabilir. Ne de olsa fena halde içe dönük, dışa kapalı, yani ksenofobik bir
toplum yapımız var. Böyle olan toplum yapımız, bir Konda araştırmasıyla da tescillendi.
İngiliz The
Guardian gazetesi Konda’nın araştırmasına
bayağı önemli bir yer verdi.
Tarhan
Erdem ‘Biz kimiz?’ sorusuna
cevap aramak için 7 bine yakın denek üzerinde bir araştırma başlatınca, çarpıcı sonuçlar ortaya çıkıvermiş. Yüzde 73’ümüz yabancıların Türkiye’de
toprak veya mülkiyet sahibi olmasına karşı. Yüzde 90’ımız hiç yurtdışında tatile çıkmamış. Yüzde 70 dolayında bir oran, ‘ömründe kitap okumamış’!
Nobel ödüllerini sadece bir kez,
o da edebiyat alanında bir Türk’ün kazandığı bir
ülke açısından
çok acı bir gösterge bu.
Hatırı sayılır oranda bir bölümümüz, ‘komşularımızın ülkemizi bölmek istediği’ne ilişkin ‘korkularını’ dile getirmiş. Yüzde 88’imiz Türkiye’nin her ve herhangi bir şartta
demokrasiyle yönetilmesini istemekle birlikte yüzde 48’lik
bir oran -müthiş büyük sayılır- ‘ordunun gerektiği zaman müdahale etmesi’nden de yana çıkmış!
Kadınlara ilişkin bakış açıları ve değerlendirmeler de Türkiye toplumunun bir ‘
modern ülke’nin epey gerisine kaldığını gösterir nitelikte.
The Guardian araştırma sonuçlarını incelediği haber yazısına şu özetleme ve genellemeyle başlamış zaten:
“Türkler, pek az kitap okuyan, kadınları ikinci derecede gören, demokrasi konusunda savrulan görüşler besleyen, sosyal muhafazakâr ve ksenofobik bir
halk.”
Pek iç açıcı bir tablo değil. Ayrıca, Türkiye’de
Ergenekon adındaki canavarın bayağı bir toplumsal ve
psikolojik zemin sahibi olduğunu görmek gerekiyor...
***
Toplumu ve zihniyetini dönüştürmek ve ‘modernite’ ile buluşturmak için gidilmesi gereken uzun ve hayli sıkıntılı olduğu besbelli bir yolumuz olduğu anlaşılıyor.
Peki, ‘siyasi görüntümüz’
ne âlemde?
Davos sonrası enine boyuna dış dünyada bu tartışılıyor. Yıllardır insanlar Türkiye’nin Batı ile ya da bir başka ifadeyle ‘modernite’ Kemalistlerin -anlam içeriğini pek kavramadan kullandıkları terim ile ‘çağdaşlık’- ile ilişkisini
İsrail ile ilişkileri üzerinden değerlendirmeye alıştılar.
Bunlardan biri olduğu anlaşılan -kendisini gayet yakından tanırız- David Phillips ‘
Boston Globe’ gazetesine yazdığı ve International Herald Tribune’da ‘Batı ile Kalın’ başlığıyla yayınlanan yazısını “Eğer Erdoğan bir devlet adamı ve Batı’nın güvenilir bir ortağı olarak namını tekrar kazanmak istiyorsa, Türkiye İsrail ile ilişkilerini
tamir etmeli,
Ermenistan’la ilişkilerini normalleştirmeli,
Kıbrıs’tan gelen gemilere limanlarını açmalıdır.
Hamas’ın avukatı olmak yanlıştır. Türkiye’nin geleceği Batı’dadır.
İslamcı
sokak Avrupa’dan uzaklaştırır,
Ortadoğu’ya götürür” diye bitirdi.
“İsrail’in Türkiye’ye ihtiyacı, Türkiye’nin İsrail’e olan ihtiyacından daha fazladır” görüşünü taşıyan bu görüşü Davos sonrası defalarca dile getirmiş benim açımdan, ‘yanlış’ olan ve Türkiye’yi gereksiz bir ‘teslimiyetçiliğe’ davet eden David Phillips’in yazısı.
Bunun böyle olduğunu anlamak için
Amerikan ya da Avrupa basınından ziyade, bugünlerde
İsrail basınını izlemek yeterli.
Haaretz gazetesinde Zvi Bar’el, ‘Türkiye’ye niçin ihtiyacımız var?’ başlıklı makalesinde bugüne dek hiçbir yerde yer almayan çok ilginç bir bilgi aktarıyor. İzleyelim:
“İsrail 2003 yılında siyasi nedenlerde Türkiye’nin
Manavgat nehrinden su satın alma anlaşmasını siyasi nedenlerle ertelediği
vakit, Türkiye, İsrail ile askeri projeleri askıya
alma tehdidinde bulunmuştu. Bununla birlikte, bu, hiçbir vakit gündeme
girmedi. O sırada, Türkiye’nin Milli
Güvenlik Kurulu’nun bir üst düzey yetkilisi Haaretz’e şunu açıklamıştı: ‘Erdoğan hükümetinde birisi böyle bir tehdidi kullanabileceğini düşündü. Ona istediğini söyleyebileceğini
ama biz
Türk askeri komuta heyetinin ne gerekiyorsa onu yapmaya devam edeceğini bildirdik.’”
İsrail ile askeri ilişkiler sürüyor. Haaretz yazarı bununla birlikte, sorunun bugüne değil, geleceğe ilişkin olduğunun altını çizerek, İsrail’e Türkiye ile ilişkileri iyi tutması önerisinde bulunarak yazısını bitiriyor:
“Kendisini, daima, çeşitli dönemlerde
İran, Türkiye ve
Etiyopya’yı
kapsayan Arap-olmayan bir kuşak ile koruma altına almayı amaçlayan İsrail, Erdoğan tarafından tahkir edilmeyi ve bunun üzerine Türkiye ile ilişkilerinin bir çıkmaza yuvarlanmasını
tercih edebilir. Ne var ki, bunda
stratejik bir bilgelik yoktur.”
Aynı gazetede Amir Oren imzasıyla yayınlanan değerlendirme, İsrail’in azalan siyasi ve askeri gücüne gönderme yapıyor ve şöyle diyor:
“Daha kritik olan, özellikle Türkiye gibi ülkeler gibi, yabancılar tarafından İsrail’in siyasi ve askeri gücünün azaldığının algılanmasıdır. Yıllar boyu İsrail,
Washington’da kendisinden yararlanılır bir ülke olarak addedildi. Bununla beraber son 10 yıl içinde Türkiye başka bir pozisyona doğru hareket etti ve Türkiye, Washington’a ihtiyacı olan bir olmaktan ziyade, Washington’un kendisine daha fazla ihtiyacı olan bir ülke oldu. Aynı zamanda, İsrail,
yönetim ve
Kongre’yi Türkiye ile ilişkileri düzeltmek bakımından çok zayıf bir konumda olarak algılandı.”
Yani, İsrail ile ilişkilerin yara alması üzerinden, Türkiye ‘Batı’dan kopuyor’ diye
alarm zilleri çalmanın haklı yanı olmadığını, İsrail basınını izleyerek de anlamak mümkün.
***
Türkiye’yi gayet iyi izleyen bir
Fransız strateji uzmanı onu da gayet yakından tanırız- ve şu sırada Harvard’da
ders veren Dominique Moisi’nin ‘Türkiye’yi Kim Kaybetti?’ yazısındaki şu satırlar da, İsrail ile ilişkilerin yara almasından ötürü ‘Batı’dan kopuyoruz’ diye dehşete kapılanlara uyarı niteliğinde:
“İsrail de Türkiye’yi yitirmek gibi bir büyük
tehlikeyle yüz yüze.
Lübnan’da ve şimdi
Gazze’de
giriştiği en son iki askeri macerası İsrail’in güvenliğini güçlendirmekten çok uzak biçimde, kendisinin
tecridine ve dünyadaki sempatisini kaybetmesine yol açtı. Bu olgu, söz konusu askeri çılgınlıkların iki ülke arasındaki stratejik ittifakı neredeyse
çökme noktasına getirerek geren Türkiye’de olduğundan hiçbir yerde daha güçlü olmamıştır.
Obama’nın Türkiye’ye yönelik politikası hakkında konuşmak için çok
erken. İslam ile saygılı bir
diyalog başlatma arzusu, onun, doğru yönde hareket edecek tek Batılı lider olduğunu söylemek için yeterli. Ama bir anahtar NATO üyesi olan Türkiye’ye olumlu Amerikan jestleri, İsrail’in eğer sorumsuz değilse duyarsız politikalarının önüne geçmek için yeterli olacak mıdır? Bunun cevabı belli değildir.”
Kısacası, Türkiye’nin Batı’dan uzaklaşmasının anahtarını İsrail’e karşı ‘siyasi pozisyonu’ belirlemiyor.
Başa dönelim; bu noktadaki
asıl tehlike iç bünyemizdeki ‘Ergenekoncu-ulusalcı hastalığın’ vücudu sarmasında.