Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül,
Suriye ziyareti sırasında konuyu yine gündeme taşıdı. Önemli sözler söyledi. “Bu meselelere ne derseniz deyin,
Güneydoğu meselesi deyin,
Kürt meselesi,
terör deyin, ne derseniz deyin, çözüme gitmek durumundayız. Bir noktada sadece hükümetin sorumluluğu değil, siyasi partilerin sorumluluğu değil, entelektüellerin de sorumluluğu var. Ama bütün bu şeylerde ben çok ümitliyim. 10 yıldır devlet sisteminin içindeyim. Hiçbir dönemde olmadığı kadar,
sivil, asker, tüm kesimler, ortak anlayış,
işbirliği ve koordinasyon içinde. ‘Onlar yapsın, ben bozayım’ biti. Daha çok enerjiyi ortak harcama var.
Türkiye, sorunu çözmek için kapsamlı çalışmalar yapıyor” dedi.
Güzel. Ardından Deniz
Baykal’dan alışılmadık cinsten olumlu sinyaller geldi. ‘Özel yayın şirketleri aracılığıyla
RTÜK düzeninde bölgede serbestçe yayın yapma imkânı’ndan ‘pozitif ayırımcılığa’ kadar geniş bir alana yayılan sinyaller veriyor.
Baykal’ın ‘kimlik herkesin şerefidir’ diye daha önce de tekrarladığı anlamsız bir cümlesi var. ‘
Kimlik’ insanın iradesi dışında kendiliğinden edinilir; bunun şerefle/şerefsizlikle hiçbir ilgisi yoktur. Baykal, anlamsız ama kuvvetli bu vurgusunun ardından ‘kimliği sahiplenme, geliştirme, gelecek kuşaklara aktarma, yararlanma konusunda şu anda var olanların ötesinde olanaklar sağlamanın gerekli olduğuna’ inanıyormuş. Bu iyi. Bu yaklaşımı
Kürt sorununun çözümü doğrultusunda adımlar atılması için bir ‘geniş uzlaşma zemini’ni sağlayabilir.
Ergenekon avukatlığından gözler önüne serilen bunca
silah ve mühimmata,
darbe notlarına rağmen- vazgeçmemekte direnen
Deniz Baykal’ın ‘Kürt
açılımı’nın içtenliği ve ciddiyeti konusunda ister istemez kuşku duymak mümkünse de, Abdullah Gül’ün gönderme yaptığı hususlar ile Deniz Baykal’ın dili tam dönmeden ifade etmeye çalıştığı hususları birleştirirsek, yol alınabilir.
***
Kürt sorununun çözümü ve bu arada sorunun şiddetten arındırılarak çözüm aranması doğrultusunda şapkadan tavşan çıkarılacak değil. Gök kubbe altında bu sorunun çözüm içeriğine ilişkin düşünülmemiş, tasarlanmamış, önerilmemiş, söylenmemiş pek bir şey yok.
Nasreddin Hoca’nın ciğer tarifi gibi bir ‘çözüm pusulası’ aranıyorsa, o bile ortada. Cumhurbaşkanı olsun, ana muhalefet partisi genel başkanı olsun ‘çözüm için ne adımlar atılmalıdır?’ sorusu etrafında hâlâ dolanıyorlarsa,
Aralık 2008’de, şunun şurasında yarım yıl önce açıklanan ‘Kürt Sorunu’nun Çözümüne Dair Bir Yol Haritası’ başlığını taşıyan
TESEV Raporu’na bakabilirler.
Amerika’yı bir kez daha keşfetmeye gerek bulunmuyor.
Söz konusu ‘Yol Haritası’ çeşitli Kürt şahsiyetlerle, kuruluşlarla vs. ile görüşülerek, ortaya konulanların ‘ortak paydası’ çıkarılarak hazırlanmıştı. 24 Aralık 2008 tarihinde bu köşeye, söz konusu Rapor’un ‘en çarpıcı ve
vakit geçirilmeden uygulanmaya konulması gereken’ önerileri içeren ‘Yasal Reformlar’ ve ‘Medeni ve Siyasi Haklar’ başlıklı alt-bölümünü taşımıştık. Somut önerileri, Cumhurbaşkanı ve ana muhalefet liderine kolaylık olsun diye tekrar edelim:
“ *
Anayasa ile
Milli Eğitim Temel Kanunu değiştirilerek tüm eğitim kurumlarında
Kürtçe’nin ikinci dil veya seçmeli dil olarak kullanılabilmesinin önü açılmalıdır.
* Örgütlenme ve ifade özgürlüğüne getirilen dil yasakları kaldırılmalıdır.
* Yer isimlerinin değiştirilmesi önlenmeli, değiştirilenlerin Kürtçe ve diğer dillerdeki orijinal isimleri iade edilmelidir.
* Bölgedeki camilerde vaazlar
Türkçe/Kürtçe verilebilmelidir.
* Bölgedeki sağlık kurumlarına yapılan atamalarda Kürtçe bilen
personel tercih edilmelidir.
* Bölgedeki eğitim kurumlarına yapılan atamalarda Kürtçe bilen personel tercih edilmelidir.
* Bölgedeki mahkemelere Kürtçe bilen personel atanmalıdır.
* Bölgedeki devlet tiyatrolarında Kürtçe oyunlar da sergilenmelidir.
* Üniversitelerde Kürt dili ve edebiyatı üzerine çalışma yapacak Kürdoloji enstitüleri açılmalıdır.”
Bunların birçoğu zaten en yüksek düzeydeki yetkililer tarafından bir süredir telâffuz ediliyor. Eksik olan tek ve en temel şey, ‘siyasi irade’. Bir başka deyimle, hemen herkes için çözüm doğrultusu bakımından ‘malûmu ilâm’ olan konularda adım atılması.
***
Kâğıt üzerinde bakıldığında yukarıdaki ‘somut öneriler’ pekâlâ gerçekleştirilebilecek cinsten gözüküyor. Bunlar arasında yer alan ‘değiştirilen Kürtçe ve diğer dillerdeki yer isimleri’nin iadesi için
Başbakan Tayyip Erdoğan 10 gün önce
İsmet Berkan’a ‘o kolay’ demişti.
Kolaysa oradan başlayın bakalım. Pek kolay değil. Hafta başında Prof. Ayhan
Aktar yazdı,
Fırat Üniversitesi’nden Doç.
Harun Tunçel’in araştırmasına göre “1940-2000 yılları arasında tüm ülkedeki köylerin yüzde 35’inin isimleri değiştirildi.
Diyarbakır’ın 555,
Mardin’in 647, Van’ın 415,
Kars’ın 398,
Sivas’ın 406 köyü bir gecede haritadan silindi.”
Bu neye göre yapılıyor?
İçişleri Bakanlığı’nın 1940 yılı sonlarında hazırladığı 8589 sayılı genelgeyle. 1949 yılında çıkan 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu ile isim değiştirme işlemlerinin yasal bir dayanağa kavuştuğunu, 1957’de ‘Ad Değiştirme İhtisas Kurulu’nun kurulduğunu ve bu kurulun çalışmalarının ‘tarihi değeri olan yer adlarının da’ değiştirildiği gerekçesiyle yani ‘endazenin topuzunu kaçırması’ üzerine 1978’e dek sürdüğünü öğreniyoruz.
Bu ‘yer isimlerini değiştirme’ furyası, ta İttihad Terakki yönetimine kadar, gerilere uzanıyor. Kemikleşmiş bir ‘devlet zihniyeti’nin aşılması hangi konuda mümkün olabildi ki?- pek kolay gözükmüyor.
Ancak, madem ‘hiçbir dönemde olmadığı kadar, sivil, asker, tüm kesimler ortak anlayış, işbirliği ve koordinasyon içinde’ ve bunlara Deniz Baykal da ‘Kürt açılımı’ ile katılmış görünüyor;
siyaset sınıfı, iradesini ortaya koyarsa, bu yönde adım atılabilir, yol alınabilir.
Gelgelelim, bu konudaki beklentiler, bugüne dek çok kez yukarı çekildi ve ardından yerle bir edildi.
Bunu bildiğimiz, yaşadığımız için yoğurdu üfleyerek yemekte yarar var...