Erbil’deki ‘Barışı ve Geleceği Birlikte Aramak’ başlıklı toplantı iki günlük yoğun oturumların ardından bir ‘Sonuç Bildirgesi’ ile sona erdi. Türk medyasının bu kadar tanınmış ve etkili isminin bir arada bulunduğu pek az toplantı hatırlıyorum ama
Türkiye’nin çok kez gündeminin en başına oturan bu gizemli topraklara ilk kez bu kadar fazla sayıda tanınmış insan ayak basıyor ve burası Türkiye gündeminde belki de ilk kez yer bulamıyor.
Sanıyorum orada bulunan ve
Irak Kürdistan topraklarına ilk kez ayak basan arkadaşlarımızdan önemli bölümü, gözlemlerini şöyle bir sindirdikten sonra bugünden başlayarak kaleme alacaklar.
Birçoğu iki gün boyunca
Kürt medyasının yoğun ilgisinden pek nefes de alamadılar oysa. Toplantı salonunun içinde herhangi bir köşede veya bahçede ya televizyon kameralarının karşısında veya yazılı basının mensuplarıyla, Türk medya mensupları ile akademisyenlerini
mülakat verirken her an görmek mümkündü. Irak Kürt medyasının olağanüstü ilgisiyle ters orantılı bir yansıma söz konusu bizim medyada.
Irak Kürt ortamında, o toprakların insanı şaşırtacak ölçüdeki sakinliğine karşın çok canlı, çoğulcu bir medya mevcut.
İster Irak Kürt medyasının mensubu olsun, ister herhangi bir Iraklı Kürt, birarada oldukları, karşılaşma imkânı buldukları her Türk’e mutlaka ‘Erbil’de niye Türkiye’nin bir başkonsolosluğu’ bulunmadığını soruyorlar.
Buna benzer bir soru ise, Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül’ün Irak’a yapması beklenen resmi ziyarete Erbil’i de dahil edip etmeyeceği.
Bu soruların cevaplarında aranan, kuşkusuz, Türkiye’nin Irak’ın kuzeyinde oluşmuş olan ‘Kürt antitesi’ni, resmi adıyla ‘Kürdistan Bölge Yönetimi’ olgusunu gerçekten kabul
edip etmediği.
‘Kürdistan’ adına Türkiye’nin kendini alıştırması gereğinin yanısıra, ‘Kürt kimliği’nin, izdüşümünü Türkiye’nin kendi içine düşürecek şekilde, kabul edilmesinin ölçüleri buralardan geçiyor.
***
Irak’ın Kürdistan Bölge Yönetimi adıyla oluşmuş Erbil,
Süleymaniye ve Dohuk vilayetlerinde yüzlerce Türk şirketi var. Ayrıca, Türkiye’nin
Güneydoğu’sundan binlerce insan iki yönde geçip duruyor. Bu kadar güçlü bir beşeri ve
ekonomik-ticari temas ve geleceğin içerdiği her yönde siyasi-ekonomik-kültürel ‘ilişki potansiyeli’, Türkiye’nin Erbil’d
e devlet kimliğiyle doğrudan temsilini zorunlu kılıyor.
Türkiye’nin Musul’da bir başkonsolosluğu üç yıldır açık. Ama, Erbil’e bir saat uzaklıktaki Musul, güvenlik açısından sıkıntılı bir
bölge olmasının yanısıra
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının Erbil ile kıyaslanmayacak ölçüde az ayak bastıkları bir alan. Türkiye’nin Musul Başkonsolosu, üç yıllık
görev süresi boyunca Erbil’e ikincisi
Abant Platformu
vesilesiyle olmak üzere sadece iki kez ayak basmış.
Kendisini hayli kilo almış gördüğümü söylediğimde, görev yeri ile evi arasında iki yüz
metrelik bir mesafe olduğunu, ‘hareketsizliğin’ o görüntüsüne yol açtığını söyledi. Türkiye’den gelenler onuruna verilen
akşam yemeği, herhalde tüm görev süresi içinde evinin dışında öyle bir imkânı bulduğu nadir fırsatlardan biriydi ve o Erbil’in ferah ortamı sayesinde ve Türkiye’den 100 aydının Erbil’e ayak basması sayesinde gerçekleşebildi.
Taraflar arasında ilişkilerin gelişmekte olduğu, resmi alanda bir ‘yakınlaşma’nın söz konusu olduğu ve bizlerin Erbil’de bulunmasının bunu daha da hızlandıracağı ve olumlu katkı yaptığı her vesilede söylendi.
Ancak, bu, olması gerekenin hala altında ve yavaş.
***
Türkiye’nin bölgedeki gelecek potansiyeli öyle ki, kendisi bunu ne ölçüde değerlendiremese de, ‘çevre’ buna karşı şimdiden ‘ön alma’ çabasında. Bizlerden bir gün önce Erbil ve Süleymaniye’ye aniden
İran Dışişleri Bakanı Manuçehr Mottaki’nin ziyaret etmesini, Kürt yetkililer ‘Türkiye’ye verilmiş bir
mesaj’ olarak yorumluyorlar.
İran’ın Erbil ve Süleymaniye’de başkonsoloslukları zaten vardı. İran
Dışişleri Bakanı’nın şu dönemde
Bağdat’a yaptığı ziyaretin ardından Erbil’e gelmesi, bir ölçüde Türkiye’ye ‘Burayla gereğinden fazla ilgilenme.
Burada biz varız’ türünden bir mesaj olarak algılanıyor.
Durum bu iken, Türkiye’nin Musul’da üç yıl önce yeniden açtığı başkonsolosluktan sonra ta Irak’ın en güneyindeki
Basra’da başkonsolosluk açmış olması, Erbil’de ‘başkonsolosluk açılması’nın ‘inşallah ilerde’ye bağlanması, ‘atın önüne arabanın konması’ndan başka bir anlam taşımıyor. Ayrıca, Erbil’e
Amerikan Başkan Yardımcısı, Dışişleri Bakanı’ndan İran Dışişleri Bakanı’na uzanan uluslararası şahsiyetlerin ayak basmasına karşılık, hiçbir üst düzey sıfat sahibi Türk yetkilisinin buraya gelmemiş olması,
Kürtler nezdinde ‘incitici’ bir algılamadan gayrı, Türkiye’ye ilişkin ‘mesafeli duruş’ ve ‘gereksiz kuşkuları’ devam ettirici bir rol oynuyor.
O nedenle Abant Platformu’nun ‘Sonuç Bildirgesi’nde vurgulandığı gibi Erbil’te Türkiye Başkonsolosluğu’nun açılması zaman geçirilmeden kararlaştırılmalıdır.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de Irak ziyaret gündemine Erbil’i mutlaka dahil etmelidir.
Erbil izlenimlerine ilişkin en anlamlı sözü Abant Platformu’nu düzenleyenlerden birinden işittim. Erbil havaalanına doğru Erbil ile Selahaddin arasındaki Khanzad otelinden yola çıktığımızda bana “Burayla ne kadar güçlü bir beraberlik imkânı var. İnsanlar bizlere ne kadar sıcak ve istekli. Bunca yıldır buraya uzak durmamızı, burayı düşman toprağı gibi görülmesini isteyenlerin
Ergenekoncular olduğunu anladım” dedi.
Her taşın ardında ‘Ergenekon’ aranması belki gereksiz. Ancak, Kürtlere ilişkin herşeyde ‘Ergenekon’un bulunduğu kesin...