Millet
vekili seçilen
tutuklu sanıkların durumu ülkeyi hukukî ve siyasî bir sınavın eşiğine getirdi.
Balyoz,
Ergenekon ve KCK davalarından yargılanan 9 kişiyle ilgili kararı ilgili mahkemeler verecek. Konu sadece hukuk veya
siyaset alanını ilgilendirse kolay olacaktı. Şimdi birbiriyle çelişen iki pozisyon söz konusu. Siyaset açısından bakıldığında seçilmiş kişilerin Parlamento'da görevlerinin başında olması gerekiyor. Ama yargı, elindeki
yasa metnini uygulamak mecburiyetinde. Siyasî gerekçelerle karar verilmesinin önü açıldığında varılacak noktayı kestirmek zor.
Yargıcın vicdanî kanaati, elindeki kanunun izin verdiği çerçeveyle sınırlı olmak zorunda. Tutuklu yargılama, sadece kaçma şüphesi üzerine başvurulan bir
tedbir değil. 'Delilleri karartma' ve 'suçun temadi etme ihtimali' kaçma şüphesinden daha önemli.
Kaçak durumuna düşüp yurtdışında sürünen sanıkların kimseye ve soruşturmanın sıhhatine zararı dokunmaz. Ama delilleri karartma veya suçu devam ettirmenin topluma zararı muhakkak. Hele anayasal düzene karşı işlenmiş suçlarda. 'Vekil oldu, kaçma şüphesi kalktı' mantığı yanlış, parlamenter kimliği suçu örtme veya devam ettirme konusunda avantaj bile sağlayabilir.
Başta anayasa olmak üzere mevzuatımızda değişmesi gereken, çağın gerisinde kalmış pek çok madde var. Değiştirme görevi yasama organına düşüyor. Yargı kendini yasama organının yerine koyup kanunlara yeni anlamlar yükleyemez. 'Bir seferle bir şey olmaz' da diyemeyiz. Dediğimizde,
Anayasa Mahkemesi,
Danıştay ve
Yargıtay kararları başta olmak üzere siyasallaşan yargı hakkındaki bütün eleştirilerimizi geri almamız lazım.
Siyasî partiler kaosa bilerek yol açtı.
CHP, MHP ve BDP, tutuklu sanıkların seçilmeleri halinde siyasetle yargının karşı karşıya geleceğini ve kördüğüm oluşacağını biliyorlardı. Bu, siyasetin sık
tercih ettiği bir yol. Hatırlanacağı üzere
Anayasa Mahkemesi Başkanı
Haşim Kılıç,
AK Parti kapatma davasının kararını okurken siyaset kurumuna
çağrı yapmıştı. Başkan Kılıç, "Anayasa ve yasalarda gerekli düzenlemeleri yaparak bu davaların önümüze gelmesini engelleyin, bizi ülkenin kaderiyle ilgili önemli kararları vermek zorunda bırakmayın." şeklinde serzenişte bulunmuştu. Maalesef 12
Eylül halkoylamasıyla kabul edilen değişiklikte BDP'lilerin 'katkısıyla' bu fırsat kaçırıldı. Şimdi benzer bir kördüğümle karşı karşıyayız. Tutuklu yargılama ile ilgili siyasilerin eleştirisi var. Mevzuattaki eleştiriye açık yönleri düzeltmek yerine yargıyı eleştirmek veya yargıçları kanunları çiğnemeye zorlamak doğru değil. Hata başta yapıldı. Dokunulmazlığın kaldırılmasını gerektirmeyen suçlardan yargılananları
aday gösterip ülkeyi kaosun eşiğine getirmek eleştiriyi hak ediyor.
Tartışılan kişilerin milletvekili seçildiler diye
tahliye olmalarının doğru olmadığını söyleyen hukukçular çoğunlukta.
Harp Akademileri Komutanı
Org. Bilgin
Balanlı tutuklu yargılanırken,
emekli Korgeneral Engin Alan'ın tahliyesi mantığa da, hukuka da uymuyor. Mehmet Haberal'ı
Veli Küçük'ten ayrıcalıklı kılan nedir? Aynı şeyi KCK tutukluları açısından da söylemek mümkün. Kimin salıverilip, kimin hapiste kalacağına parti yönetimleri karar vermiş oluyor. BDP'liler yargılanan arkadaşlarının masumluğuna inanıyor olabilir. Aynı şey MHP ve CHP yönetimi için de geçerli. MHP'lilere sorsanız KCK'lıların kalmasını ister, BDP'liler darbecilerin. Yargı hangisine göre karar verecek? Yapılacak şey yargılamanın sonunu beklemek; süreç ve usulle ilgili yanlış görülenleri düzeltmek için Parlamento'da harekete geçmek. Yüzde 87'lik
katılım ve yüzde 95'lik temsil gücüyle eşine az rastlanır bir Meclis'imiz var. Çözümü buranın dışında aramak, daha başlarken onu yaralamak demokrasiye
ihanet olur. Böyle güçlü bir Meclis'le ancak yapılabilecek
sivil anayasa hayalini bitirmek anlamına gelir. Bunu halk affetmez.