Arap
Baharı son zamanlarda en sık duyduğumuz kavramlardan. Hafta sonu bu kavramın bütün boyut ve taraflarıyla konuşulduğu bir toplantı yapıldı.
Abant Platformu'nun Zirve Üniversitesi'yle birlikte Gaziantep'te düzenlediği toplantıya hemen bütün ülkelerden yazar ve akademisyenler katıldı.
Toplantı, ihtisas alanı dış
politika olmayan benim için ilginç ve öğreticiydi. Türk medyasında genelde temenni, hayal veya korkuları okuyoruz. Ama gerçeklik nispetini
test etme şansı bulamıyorduk. Abant Platformu'nda temenni ve korkuların sadece Arap aydınları içinde değil,
İsrail, ABD veya Rus aydınlar arasında nasıl algılanıp yorumlandığını bir nebze görebildik.
'
Arap Baharı' nitelemesinden neredeyse bütün tarafların hoşnutsuzluğu dikkat çekti. Araplar, bahar kelimesinin yaptıkları işi tasvir ve
tarif etmekte yetersiz kaldığını düşünüyor.
Devrim gibi daha itibarlı isimlendirmeleri hak ettiklerini düşünüyorlar. Dile getirmedikleri bir hissimi de paylaşayım; biraz da yalancı bahar olmasından korkuyorlar. Aldatıcı güneşe kanıp
çiçek açanların başına gelenlerden endişe ediyorlar. Bahar denince Sovyet işgali ve
demir yumruğu ile hatıralarda yer eden Prag'ı anıp karamsar olmak mümkün. Daha yakın zamanda 'turuncu devrim'lerin sebep olduğu inkisar-ı hayali de unutmayalım. Devir değişti, dünya eski dünya değil denebilir. Yine de yalancı bahar tedirginliğini yabana atmamak lazım.
Açıkçası dile getirilmeyen ve belki şuuraltında ötelenmeye çabalanan korku bende de var. Bizim nefesimizle hohlaya hohlaya 60 yılda eritmeye çalıştığımız buzdağını onlar, yaktıkları ateşle bir anda eritmek istiyor. 'Başarabilirler mi, buzdağı kendinden biraz feragat ederek ateşi söndürebilir mi, ya da ortaya çıkan sel umulmadık limanlara sürükler mi?' gibi ciddi sorular
cevap bekliyor. O ülkelerdeki askerî
vesayet ve elindeki rantı bırakmak istemeyen bürokratik oligarşi, en az bizdeki kadar güçlü. Araplar,
modern firavunlarını yıktıkları iddiasındalar. Fakat hepimiz biliyoruz ki firavunun yakın çevresi ondan daha tehlikeli olabilir. Firavunu ilahlığa ikna eden ve bunu halka dayatarak aslında kendi iktidarlarını kuran o yakın çevre, yani bürokratik oligarşi henüz dipdiri ve ayakta. Hatta Arap katılımcıların
itiraf ettiği üzere geçiş dönemini eski elitler yürütüyor. Bizim bürokratik oligarşi diye tanımladığımız eski elitler ve onların uluslararası bağlantıları, yeni dönemi lehine çevirmek için boş durmayacak. Geçen yıl Kaddafi'ye Paris'in göbeğinde çadır kurduran Fransa'nın muhaliflerle birlikte savaşması kara kaş kara göz hatırına olabilir mi? Sokaklardaki gençler ve kürsülerdeki aydınlar çelişkili duygular yaşıyor. Uluslararası camianın devrimlerine
psikolojik destek ve ihtiyaç duyulduğunda fiili müdahale ile
yardım etmesini istiyor. Aynı anda tamamen bağımsız oldukları ve öyle kalacaklarını ileri sürüyorlar. Tam burada Batı'nın bahar endişesi başlıyor. Nasıl Arap sokakları yalancısından korkuyorsa Batılı aktörler de gerçek bahardan kaygılanıyor. En sıcak ve öncelikli mesele olan siyasi dönüşümler konuşuluyor. Ancak yeni siyasi yapı ve oyuncuların aynı zamanda
ekonomik ve sosyal dönüşümün itici gücü olacağı gerçeğini kimse göz ardı etmiyor. Siyasi dönüşümün küresel oyunculara ekonomik maliyeti küçümsenecek mesele değil. Bugüne kadar her çeşit rejimle samimi ilişkiler kurmaları, bundan sonra da kendi çıkarlarını önceleyeceklerinin işareti.
Abant Toplantısı'nda dikkatimi bazı katılımcılardaki
Osmanlı kompleksi çekti. "
Türkiye bizim için
model değil, yeniden Osmanlı eyaleti olmayacağız" cümlelerinin altını özenle çizdiler. Umarım aynı delikten yeniden ısırılmazlar. Osmanlı'dan kurtulduk derken en acımasız sömürgecilerin eline düşmüşlerdi. Türkiye'ye eyvallah etmiyoruz psikolojisi inşallah yeni maceralara sürüklemez. Burada iğneyi kendimize batıralım; bazılarımız söz konusu havanın oluşmasına fazlasıyla katkı yapıyor. Ne yazık ki Orta Asya'daki hatalarımızı tekrarlıyoruz.