Suudi
Arabistan Kralı Abdullah ile
İngiltere Kraliçesi Elizabeth'e gösterilen konukseverlik farkına dikkat çekmek istiyorum. Aradaki
uçurum, bazı medya mensuplarının önyargı, kompleks ve çifte standartlarını bir kez daha belirgin kıldı.
Maalesef önyargılar kişiye veya ülkeye yönelik değil. Her örnekte yeniden tekrarlanıyor. Önce şunu kayıtlara geçirelim. İngiltere Kraliçesi Elizabeth'e gösterilen ev sahipliğinin doğru olduğunu düşünüyorum. Kendi evimizde misafirin hassasiyetlerini, önceliklerini gözetiriz. Diplomatik konuklarda bunu fazlasıyla yapmak
doğal. Yanlış olan, birinin karşısında ezim ezim ezilirken, diğerine
hakaret etmenin marifet sayılması. Kraliçe gelmeden günlerce önce
protokol kuralları geldi. Giyim kuşamdan konuşma, dokunma adabına kadar bir sürü kural dikte edildi. Erkeklerin beyaz kravatı, kadınların eldiveni, hiçbir ayrıntı unutulmadı. Eleştirmek bir yana kutsal metin muamelesi gördü.
Başbakan Tayyip Erdoğan ve AK Partililerin smokin giymeyişi gündemin başköşesine kuruldu. Hâlbuki
İran Cumhurbaşkanı Ahmedinecat, gelmeden haber yollasa, 'Bizim protokolde kravat yok, siz de takmayın' dese
kıyamet kopardı. Kısacası Kraliçe, artık ülkesinde bile nadir gördüğü bir şekilde ağırlandı. Helal hoş olsun.
Peki,
Suudi Arabistan Kralı Abdullah'ın kusuru neydi? 'Görgüsüz Kral Türkiye'de' hakaretini başlık diye yayınlayan gazetelerin sorunu nerede? Kendisini getiren
uçaktan kalacağı otele, kalabalık ailesine varıncaya kadar her şey bu hoyratlıktan nasibini aldı. Rutin bir protokol uygulaması olan
devlet nişanı takılması dâhil eleştirilmeyen şey kalmadı. Kraliçe'ye de aynı nişan takıldı, aykırı tek ses var mı? Kralı ve ailesini getiren uçaklar mizah konusu yapıldı; Kraliçe'nin uçak gemisine binmek şeref sayıldı. Bazıları o kadar mest oldu ki, savcılar 'halkı cumhuriyetten soğutmak ve monarşinin reklâmını yapmaktan'
soruşturma açsa yeridir! Çifte standart sadece İngiltere Kraliçesi'ne yapılmadı.
Ahmet Necdet Sezer döneminde gerçekleşen
İsveç Kralı Gustaf ziyareti de benzer görüntülere sahne oldu. "Ziyarette hiçbir aksaklığa meydan vermemek için Kral ve Kraliçe'nin özel uçağında, saraydan kuaför, manikürcü, pedikürcü, makyaj uzmanı,
aşçı ve
kraliyet başgarsonu da geldi. Kral ve Kraliçe'nin bu
akşam Cumhurbaşkanı Sezer onuruna vereceği 140 kişilik yemek öncesi, kullanılacak yemek takımları da Stockholm'den askerî uçakla taşındı." İktibas ettiğim bölümdeki kral herhangi bir
Müslüman ülkeye mensup olsaydı, bu paragraf acaba nasıl yazılırdı? "İki günlük geziye manikürcüsünü bile getirmiş; çatalı bıçağı dahi önden geldi vs vs." En hafif aşağılama herhalde 'görgüsüz' olurdu. Ya
sermaye konusundaki çelişkili tavırlar...
Yabancı sermaye gelsin diye kendimizi paralıyoruz. Her milletin başımızın üstünde yeri var; Müslümanlar hariç. Tabir yerindeyse paraları ile rezil oluyorlar.
Sosyal barışı tehdit eden çifte standartlar sadece misafirleri
hedef almıyor. İçeride de alabildiğine keskin ve kesif önyargılarla kuşatılıyoruz. Ali Müfit Gürtuna'nın eşi başını açtığında, bunu bir 'laik hidayet' destanı haline getirenler, özgür iradesine methiyeler dizenler, voleybolcu Aysun'un başını örtme ihtimalini aynı olgunlukta karşılamıyor. 31 yaşında başarılı bir sporcu ve dünya görmüş bir insanın tercihi ile ilgili 'suçlu'
arama yolu seçiliyor. 'Acaba kim beynini yıkadı?' sorusuna
cevap aranıyor. Belli insanlar ve tercihlere karşı bu hazımsızlık ve tahammülsüzlüğün sebebini çözmekte zorlanıyorum. Yetişilen mahallelerin şuur altına tortu olarak bıraktığı önyargılar mı? Bilinmeyene olan düşmanlık mı? Özenti ve kompleks vicdanları
esir mi alıyor? Bilemiyorum. Krallar gelip gidiyor, sonra biz bize kalıyoruz. Önyargılara paslı bir kama gibi toplumun bağrında burgu yaptırılıyor. Canımız yanıyor.