Dolaylı ya da temsili
demokrasi dediğimiz
uygulama aslında demokrasinin sulandırılmış hali. Kalabalık nüfuslu ülkelerin başvurmak zorunda kaldığı ara formül. Egemenliği kayıtsız şartsız
halka vermeyi hedefine koyanların doğrudan demokrasiyi özlemesi gerekir.
Uygulanabilir her fırsatta sandığı seçmenin önüne koymak ve onun hakemliğine müracaat etmek lazım. Yasama, yürütme, yargı gibi erkler v
e devlet cihazını oluşturan
bürokrasi, halkın verdiği yetkiyle icra-i faaliyette bulunuyor. Yetkinin asıl sahibinin her zaman geçiş üstünlüğü var. Ancak, doğrudan demokrasinin araçlarını kullanmak gündeme geldiğinde bazı kesimlerde
panikatak krizleri husule geliyor. 'Zinhar yaptırmayız' çıkışlarının manasını anlamakta zorlanıyoruz.
Halkın yani egemenlik hakkının gerçek sahibinin hakemliğine gitmenin nesi yanlış? Henüz seçmene sorulacak sorular netleşmemişken, 'hayır' oyunu açıklayanların, bu müessesenin kendisiyle problemi olduğu açık. Darbecilerin mantığında 'halk henüz demokratik olgunluğunu tamamlayamamış acuzeler topluluğu' halinde görülüyor. Kendi haline bırakıldığında davulcuya ya da zurnacıya kaçacak kız muamelesi yapıyorlar, millete. Peki, mevcudiyetini halka borçlu olanlara ne oluyor?
CHP kurum olarak ve Deniz
Baykal kişi olarak siyasete dönüşünü bir
referanduma borçlu. 1987'deki referandumla siyasi yasaklar kalkmasaydı, Baykal'ın kariyeri farklı olacaktı. Yeri gelmişken o referandumla ilgili eleştirilere temas edelim.
Temel hak ve özgürlüklerin referandum konusu yapılmaması gerektiği konusunda şüphemiz yok. Fakat askerî
darbe ile oluşturulmuş bir ortamdan bahsettiğimizi unutmayalım. Referandumla kabul edilmiş bir anayasanın geçici maddeleriyle konulmuş yasağın aynı yolla kaldırılması makul karşılanabilir. '
Anayasayı deldirtmem' diyen
darbeci cumhurbaşkanı Kenan Evren'in varlığını da
ihmal etmeyelim. 12 Eylülcülerin 'ülkeyi batağa sürüklediler' ağır
propagandasına ve
iktidar partisi ANAP'ın yoğun kampanyasına rağmen kıl payı bile olsa yasaklar kalkmıştı.
Demokrasi dediğimiz
yönetim biçimi halkın tercihlerini 'doğru' kabul etmeyi öneriyor. Bütün tarafların eşit propaganda imkânlarını kullandığı ve
sandık emniyetinin sağlandığı şartlarda yapılan
oylamalara kimsenin diyeceği olmamalı. Kararı beğenmeyebilirsiniz, ama meşruiyetini sorgulayamazsınız.
CHP'nin, taslağını bile görmeden
Anayasa Mahkemesi'ne gideceğini açıklaması da doğru değil. Hem kendini uyuşmaz, uzlaşmaz parantezine hapsetmiş oluyor. Hem de yüksek
mahkeme hakkında şüphe bulutları oluşturuyor. Çıkacak karardan bu kadar emin görünmeleri de tuhaf ve mahkemeyi zan altında bırakıyor. Anayasa değişiklikleri sadece şekil açısından denetime tabi. Yani görüşme ve oylama prosedürlerine riayet edilmiş mi ona bakılıyor. Eğitim özgürlüğü ile ilgili değişikliği iptal ederken mahkemenin değiştirilemez maddelere atıf yapıp esas incelemesine girmesi ölçü değil. 'Su-i misal emsal' olmaz kaidesince mahkemenin o hatasını teşmil edersek, "demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devleti" tanımlaması içine her şeyi koyarız. O halde anayasayı değiştirmek imkânsız hale gelir.
Ayrıca CHP'nin hukuka aykırı mahkeme kararına sığınmasının
analizi şudur: Halkın muhtemel değişikliklere onay vereceğine kesin gözüyle bakıyor. Seçmene gitmeden önünü nasıl alabilirim hesapları yapıyor. Bu analiz daha incitici; bir siyasi parti düşünün ki halkın eğilimlerini tahmin ediyor, engellemek için yargı erkini devreye sokuyor. Anayasa'yı çiğneyen mahkemenin, tekrar aynı hatayı işlemesini, böylece millet iradesinin tecelli etmemesini sağlamaya çalışıyor. Anayasa Mahkemesi, 'CHP'nin noteri' algısını pekiştirecek beyanatlara neden karşı çıkmıyor, onu da anlamıyorum.