Yargıtay 4.
Hukuk Dairesi,
Ergenekon sanığı Prof. Dr. Mehmet
Haberal'ın '
tutukluluğunun devamına' karar veren 9 özel yetkili ağır ceza hâkimini tazminata mahkum etmişti. Hukuk Genel
Kurulu, karara hâkimlerin yaptığı itirazı görüşecek.
Genel Kurul, Daire'nin kararını onarsa, hukuk tarihine geçebilecek bir hükme
imza atmış olacak. Farklı mahkemelerde görev yapan 9
yargıç bazen tek başlarına bazen
heyet halinde Haberal'ın tutukluluğunun devamına hükmetti. Deyim yerindeyse başları belaya girdi. Bu hâkimlerden Rüstem Eryılmaz'ın durumu hepten garabet. İlk tutuklamayı yaptığı halde, 'takdir yetkisindedir' diye
tazminat cezası almadı, devam kararı veren heyette bulunduğu için mahkûm oldu. 4. Daire aslında kararın ayrıntılarında kendisiyle çelişkiye düşüyor.
Tazminat kararının gerekçesinde dayanılan en önemli unsur, sanığın
yaşam hakkının tehlikeye düştüğü iddiası.
Hayat hakkı ile tutuklama tedbirinin çeliştiği durumlarda sanığın yaşamasının
tercih edilmesi gerektiği savunuluyor. Bugün gazetenin manşetinde gördüğünüz haber söz konusu gerekçeyi boşa çıkarıyor.
Zira Haberal'ın
sağlık durumu ile ilgili olarak
kardiyoloji anabilim dalı başkanının da içinde bulunduğu bir doçent, beş profesorün imzası bulunan
rapor var.
Rapor, hastanın tedavisinin ayakta sürebileceğini ve bir ay sonra kontrole gelmek üzere
taburcu edilmesi gerektiğini söylüyor. Fakat nedense taburcu işlemi gerçekleşmiyor. Onun yerine yaklaşık bir ay sonra heyette bulunan
profesörlerden birinin imzasıyla yeni bir teşhis konuyor. Bundan bir yıl sonra yine tek profesör imzasıyla 'şikâyetlerin artması ve ilacın yan etki göstermesi sebebiyle' yatarak tedavinin devam ettiği bildiriliyor. İkinci raporda ilginç olan, kurul halinde verilen raporun 'geçersiz olduğu ve işleme konulmadığı' vurgulanmış. Beş hocanın imzasını yine aynı kurulda bulunan bir kişinin tek başına geçersiz hale getirmesi izah muhtaç. Kaldı ki o bir kişi de raporu 25 gün sonra vermiş. Hâlbuki bu süre zarfında Haberal taburcu edilmiş olmalı ve kontrole gelmeliydi.
Yargıtay 4. Hukuk Dairesi'nin gerekçesindeki bence
çürük dayanaklardan biri, tutuksuz
sanıkların varlığına vurgu yapılarak 'eşitlik' ihlali iddiası. Çok söze hacet yok, bu gerekçeyi
Silivri Cezaevi'ndeki onlarca tutuklu sanık çürütmeye yetiyor. Diğer bir gerekçe ise "İddianamede yer alan
iletişim tespit tutanaklarından şüphelinin bütün yaşam ve faaliyetlerinin çok yakından izlendiği anlaşılmaktadır. Bu denli
teknik imkânlara rağmen; kaçma ve
delil karartma ihtimalinden söz edilmesi inandırıcı bulunmamaktadır." şeklinde. Siz de hafifçe tebessüm ettiniz mi? Tazminat kararının hukukun sınırlarını zorladığının açık göstergesi bu ifadeler. Masumiyet karinesinin göz ardı edildiği ve yeterince gerekçe gösterilmediği de sıralanan gerekçeler arasında. Nutuklarda çokça dinlediğimiz mahkemelerin bağımsız ve tarafsız olmasının garantisi süren davaya hiçbir gücün müdahale edememesi.
Müdahale edemeyecekler arasında yüksek mahkemeler de var, hatta öncelikle onlar var. Hâkimlik teminatı ve
doğal yargıç ilkeleri hep bunun için düşünülmüş.
Yargıtay'ın yerleşik kararlarında 'kararın kesinleşmesi' şartı açıkça görülüyor. Sadece tutuklamaya hükmetmiş bir yargıcın tazminat ödemesi halinde adil karar vereceğine nasıl emin olacağız? Kararın caydırıcı etkisi inkâr edilemez. 'Başım daha fazla belaya girmesin' diye sanık lehine hükümler verilebilir.
Doğal olarak aksi de mümkün; 'sen misin o kadar paramızı alan' deyip aleyhte tavır da takınılabilir. Bunu engellemek için yargıç ile sanığın davalı-davacı olduğu hallerde yargılamadan çekilmek gerekiyor. Yargıcını beğenmeyen sanıklar için reddihâkim talebinden daha kestirme ve garantili yol;
tazminat davası açmak. Süren davalara müdahalenin mahzurlarından biri de bu. Genel kurul, tazminatları onarsa yargı
sistemimiz virüs girmiş bilgisayara dönüşecek, sistem altüst olacak.