Hrant Dink cinayeti, öncesi ve sonrasıyla kusursuza yakın bir
psikolojik harp operasyonu diyebiliriz.
Ergenekon sürecinin aydınlattığı ilişkiler ve kestirilemeyen
halk tepkisini öngöremedikleri için hedeflerine tam ulaşamadılar. Ancak ne koparsak kâr düşüncesiyle mücadeleyi bırakmadılar. Her şeye rağmen mücadelenin devam etmesinin asıl sebebi yapılan hamlenin altında kalma riskiydi.
Gazeteci Adem
Yavuz Aslan, Timaş Yayınları arasından piyasaya yeni çıkan kitabında (Bi'
Ermeni Var)
Dink cinayetine yeni bir bakış açısı getirmeye çalışıyor.
Polis adliye muhabirliğinden gelen Aslan, cinayet bürosu polislerinin zor
cinayetler için kullandığı 'yerini ve bakış açını değiştir' kuralını işletiyor. Tetiği çeken belli olduğundan azmettiricilerin aranması gereken soruşturmada eksiklik hemen kendini belli ediyor. Hanefi
Avcı, bu cinayetlerin bir grup başıbozuk gencin doğaçlama
eylemi olduğunu ispatlamaya çalışırken; "Odayı yeterince ısıtırsanız insanlar gömleğini çıkarır. Türkiye'de öyle bir ortam yaratıldı ki, eylem yapacak hale geldi birtakım insanlar. Ama şimdi deniliyor ki
örgüt ile ilişkili. Burada zorlanan ne? Her olay örgüt değildir." diye konuşmuştu. Bizim merak ettiğimiz ve kitabın cevabını aradığı soru: Odayı kim ısıttı? Ülkenin misyonerler tarafından işgal edildiği,
bağımsızlık ve vatanın elden gittiği
propagandasını yapanlar, odanın ısınmasıyla da yetinmemişti.
'Bi' Ermeni Var' kitabı bunun ötesinde azmettirme girişimleri olduğunu iddia ediyor. O ayrıntıları kitaba
havale ederek başka bir bölüme dikkat çekmek istiyorum. Misyonerlerin arasına sızan ve daha sonra gizli
tanık olmayı kabul eden bir kişi
Zirve Yayınevi cinayetinin hikâyesini anlatıyor. Gayrimüslimlere yönelik cinayetlerin bireysel olmadığını ve kahvehane ahalisinin aşırı gazlanmasından kaynaklanmadığını gösteren güçlü bir örnek, Zirve Katliamı. Kahvede okeye dönerken canı sıkılan gençler masalını güçlü biçimde çürütüyor. Diğer cinayetlerle aralarında sadece benzerlik değil, organizasyonel
ortaklık da ortaya çıkıyor.
Zirve Cinayeti'ni çözmeden Dink'in katledilmesini anlayamayız.
Kafes Eylem Planı'nı göz önünde bulundurmadan hiçbirini doğru eksene oturtmak mümkün olmayacak.
Genelkurmay Adli Müşaviri Hıfzı Çubuklu'nun varlığını kabul ettiği, hatta
Başbakanlık'ın talimatıyla kurulduğunu ileri sürdüğü kara propaganda sitelerini hesaba katmadan yaşananları izah edemeyeceğiz. Hayatta alnı secde görmemiş insanların televizyon kanallarını dolaşıp,
İslam kahramanı kesildikleri günlere daha dikkatli bakmanın zamanı geldi.
AK Parti ve onun lideri Başbakan Tayyip Erdoğan'ı içeride vatanı misyonerlere teslim etmiş 'Musa'nın çocuğu' olarak gösterenler; dışarıda "aşırı dinci hükümet Hıristiyanların öldürülmesine
yardım ve yataklık yapıyor." olarak göstereceklerdi. Böylece bir taşla iki kuş birden vurulacaktı. Hem içerideki milliyetçi muhafazakâr
destek hem de Batı dünyasındaki
kredi bitirilecekti. 6-7
Eylül Olayları'nın senaryosunu yazıp sahne koyan zihniyeti deşifre edemediğimizden dolayı 2000'li yıllarda misyonerlik paranoyası oyunu kendine zemin buldu. Çok
şükür onun kadar başarılı olunamadı ama kaç tane masumun kanı döküldü. Adem Yavuz Aslan'ın kitabı, tetikçilerden ziyade senaristlerin üzerine ışığı çevirmesi açısından önemli. Odayı ısıtan, soruşturmayı yönlendiren, büyük planı örtüp olayı basitleştiren, tetikçileri verip azmettiricileri kurtarmaya çalışanları görmemiz gerekiyor. Yoksa iki gün sonra bu pilavı bize çorba olarak yedirmeye kalkacaklarından şüpheniz olmasın.