Hariciye
politikalarının nihai hedefini güzel özetleyen ama bir türlü yanına yaklaşamadığımız bir söz olarak kaldı.
Tam tersine etrafı düşmanlarla çevrili, içerisi de dış müdahalelerle kolayca karıştırılan bir
ülke psikolojisi bizi
esir aldı. Büyük bir devletin bakiyesi, koca çınarın yeni filizi olmak yerine, fırtınalı bir coğrafyada tek başına bir
fidan gibi hissettik. İç ve dış düşman konsepti
soğuk savaş döneminin her şeyi açıklayan kolaycı formülüydü. Soğuk savaşın bitişini geç de olsa fark ettik. İletişime tamamen kapalı olduğumuz çevre ülkeler, yerini ortak faydaları konuşabileceğimiz komşulara bırakmaya başladı. Kabuğu kırıp etrafımıza baktığımızda aslında bize saygı duyan, bazen de çekinen ama hiçbir zaman kafa tutmayı göze almayan ülkeler gördük. Kendimize güvenimizi zamanla kazanabildik.
Rahmetli Turgut
Özal, askeri,
ekonomik veya sosyal, her alanda dünya ile '
aşık atabilecek' bir ülke olduğumuza inandırdı. Terör örgütü
PKK'nın lideri Abdullah Öcalan'ın Suriye'den çıkarılışı ve
Türkiye'ye teslimi yeni bir milat oldu. 2002'den beri devam eden
AK Parti hükümetinin sağladığı
siyasi istikrar, tek sesli ve sürekliliği olan
dış politika takibini getirdi. On yıllardır çözümsüzlüğün arkasına saklandığımız Kıbrıs'ta atılan
sürpriz adımlar herkesi şaşırttı. En fazla da içerideki ezberler bozuldu. 'Hain' yaftası üretme potansiyeli en yüksek konulardan biri böylece 'çözülebilir' görülmeye başlandı. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün
Ermenistan açılımı inisiyatif alan büyük ülke olma yolunda önemli bir adım.
Başbakan Tayyip Erdoğan ile medya devi Aydın Doğan'ın kavgasının gölgesinde kalmış görünmesi olayın önemini düşürmüyor. Türkiye'nin Azerbaycan'ın mağduriyetine duyarsız kalması mümkün değil. Ya da soykırım iddialarını hiçbir Türk hükümeti sineye çekemez. Ama bunlarla mücadele etmenin tek yolu 'küstüm oynamıyorum' olamaz. Türkiye masadan kaçan değil, tezlerini her masada savunabilecek bir ülke olduğunu göstermeli.
Cihanda sulhü, komşularımızla barışı sağladıkça yurtta barışa uzanmamız kolaylaşacak. En yakın örnek PKK
terörüne açık
destek veren hiçbir komşunun kalmaması. Eskiden Yunanistan'daki kamplardan, Kıbrıs'taki korumacılıktan, Suriye'deki elebaşından, İran'dan gelen saldırılardan bahsederdik.
Tarih oldu. Yönetim boşluğundan ve etnik yakınlıktan teröre yataklık yapan
Irak ve kuzey bölgesindeki
Kürt Yönetimi'nin eski havası kalmadı. Girerdik, giremezdiniz tartışmaları unutuldu,
sınır ötesi operasyonlar neredeyse rutine bindi.
"Etrafımız ateş çemberi ile çevrili, bizim özel durumumuz var" tezleriyle, ülkede layüsel politikalar güdüldüğü dönemler de geride kalmak üzere. Birbirimize dışarının maşası gözüyle bakmadığımızda sorunlarımızı kolayca çözebileceğiz. Ankethane araştırma şirketinin
Kürt sorunu üzerine yaptığı çalışma da
gündem yoğunluğunda
ihmal edilmemeli.
Araştırmanın belki en önemli tespiti,
Kürtler içindeki şiddeti dışlayan kesimin ulaştığı boyut. Radikalleri frenleyen hatta engelleyen,
sivil çözüm önerilerine destek veren 'ılımlı Kürtler' iç barışın en önemli aktörü olmaya
aday.
Genelkurmay Başkanı
Org.neral
İlker Başbuğ'u bile şaşırtan ilginin sahipleri bunlar.
Genelkurmay Başkanı'nı arabasından inip halkın arasına karışmaya yönelten karşılamadan bahsediyorum. Önceden onlar bir askeri alkışlamaya, aynı fotoğraf karesine girmeye cesaret edemezlerdi. Askerler de sadece güvenlik değil, olumsuz tezahürat endişesiyle halkın arasına karışmazlardı. Org. Başbuğ'un, beyaz sakallı vatandaşla tokalaştığı fotoğraf iç barışın aslında çok uzakta olmadığını gösteriyor. Evet, dışarıdan başlayan sulh dalgası içeriyi de etkileyecek.