Postmodern darbenin 'devşirdiği'
Ankara temsilcileri birbirleriyle yarışırdı. Haber sayıları içliklerindeki rütbeleri gibiydi; bu cümleyi en çok kuran, en kıdemli kurşun asker olarak kayıtlara geçerdi.
İşsiz kaldığı dönemde itiraflarıyla gündeme gelen
Can Ataklı şunu bile söylemişti: "Komutanlarla her gün konuşulup söyledikleri
manşet yapılırdı. Bir gün, 'Paşam bugün ne yazalım?' diye sordular. Paşa da 'Kafanıza göre bir şey çakın.' dedi. Sonra
komutan söylemiş gibi haber yazdılar."
Hepimiz bilirdik
manipülasyonu yapan 'bir' üst düzey askerin kimliğini. Rütbesi elvermemesine rağmen Türk Silahlı Kuvvetleri'nin 'bir' numarası gibi davranırdı. Kanunların ve hiyerarşinin vermediği gücü medya üzerindeki etkisiyle elde ederdi. Yaptırdığı haberler sadece sivillere
mesaj taşımazdı. Siyaseti etkilemekle de yetinmezdi. Belki mesajın büyüğü içe,
silah arkadaşlarına dönüktü. "Asıl patron benim ve yakında mevzuatı zorlayarak o koltuğa oturacağım." demek istediği her halinden belli oluyordu. Ne yazık ki yaptırdığı haberler hükümeti salladı ama emeline ulaşmasına yetmedi. Kendisi gerçek bir numara olamadan emekliye sevk edildi ve
devir teslim bile yapmadan kışlasını bırakıp gitti.
Hilmi Özkök'ün
Genelkurmay başkanlığı döneminde bittiğini zannettiğimiz alışkanlık tekrar hortluyor mu? Daha kötüsü Can Ataklı'nın deşifre ettiği türden haberler hâlâ yapılıyor mu? Yani durumdan vazife çıkaran arkadaşlar, göze girmek için söylenmemiş şeyleri bile yazıyorlar mıdır? Bizi bu endişeye sevk eden gelişme, iki gündür
Milliyet ve
Radikal gazetelerinin üst düzey askerî yetkililere dayanarak yaptığı tek yumurta ikizi haberler.
Hürriyet gazetesinin
Başbakan Tayyip Erdoğan'la
Org. Başbuğ arasındaki görüşmeyi konu alan haberini de unutmayalım. Şimdiki
Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, medyayla iletişimde en iddialı olanlardan. Haftalık
basın toplantısı ihdas etti. Bizzat geniş katılımlı basın toplantıları düzenliyor. Akreditasyon halkasını genişleterek daha fazla sayıda gazeteciyle karşı karşıya gelmekten çekinmiyor. Yazılı açıklamalarla görüşünü kamuoyu ile paylaşıyor. Bunlara rağmen gölge boksunu
tercih etmesi çok mantıklı gelmiyor. Önceki örnekte yaşadığımız gibi karargâhta birileri inisiyatif almaya ve kendilerini ön plana çıkarmaya mı çalışıyor? Yoksa İlker Paşa, çağdaş yöntemlere olan inancını yitirdi ve dededen kalma metotlara geri mi dönüyor?
Bunlar cihet-i askeriye ile ilgili konular. Biz bugün gazetecilik açısından konuya bakmaya çalışalım. 'Paşasının gazetecileri' mesleğimizin en önemli sorunlarından biri. İsminin açıklanmasını istemeyen, bir anlamda 'gizli
tanık' da denebilecek kişilere dayanılarak haber yapmak, gazetecilikte kabul edilebilir bir yol. Önemli bir bilgiyi deşifre eden ama karşılığında hayatı veya işi riske giren tanığı korumak gazetecinin hem hakkı hem görevi. Zaten basın kanunları da kaynağını açıklamama hakkını gazeteciye veriyor. Kendini riske atarak gerçeğin ortaya çıkmasına vesile olanı muhafaza etmeye eyvallah. Ama kaynaklık eden kişi haberden fayda sağlayacaksa kimliğini gizlemek meslek ahlakına ihanettir. Bu bilgileri gerçekten üst düzey askerî kaynaklar verdiyse, kimliğini gizlemenin kabul edilebilir gerekçeleri kamuoyu ile paylaşılmalı. TSK'daki bir skandalı ifşa ediyorsa; canını, kariyerini tehlikeye atan bilgileri paylaşıyorsa amenna. Ama zaten bilinen tezleri seslendiriyorsa bunu yazıp, manşete taşımanın tek açıklaması var: manipülasyon. 'Üst düzey yetkili' inandırıcılık ve pekiştirme sosu gibi görünüyor. Yoksa ara verilen haftalık bilgilendirme toplantıları iki gazete üzerinden mi yapılacak? Akreditasyon yeniden ve iyice daraltılmış mı oluyor? Bu gazete ve gazetecilerin uslu çocukların en uslusu olduğunu mu anlamamız gerekiyor?