CHP Genel Başkanı
Kemal Kılıçdaroğlu,
İzmir mitinginde partililerinden '
okyanusun ötesinden duyulacak bir tokat atmasını' istedi. 12 Eylül'deki halkoylamasında hayır talebini böyle dile getirdi.
Anayasa paketinin muhtevasını konuşamayan Kılıçdaroğlu'nun son icadı bu olsa gerektir. CHP'nin stajyer liderinin sesi okyanus ötesinde karşılık buldu. "Kılıçdaroğlu'nun sözleri kanıma dokundu, sadece oy vermek için uçağa atlayıp geldim." diyor, ABD'den gelen bir vatandaş. Okyanusları aşanlar onunla sınırlı değil. Avustralya'dan, Afrika'dan, dünyanın dört yanından bilinçli vatandaşlar oy kullanmak için
akın akın Türkiye'ye ulaşıyor. Sandık başında çıkarılan sıkıntılara rağmen iradelerini sandığa yansıtma kararlılığından taviz vermiyorlar.
Aslında bu tavır
ülke içinde sudan bahanelerle oy kullanmaktan imtina edenlere
ders olmalı. Bazıları 'benim bir oyumla ne olur ki' cümlesiyle
sandıktan kaçışını meşrulaştırmaya çalışıyor. 'Bir oyun ne önemi var?' sorusunun özel ve genel iki cevabı var. Sahibi için çok önemli o tek oy. 'Daha demokrat, daha yaşanılabilir bir ülke mücadelesinde üzerine düşeni yaptın mı?' sorgusunun cevabı o oyda gizli. Kimsenin bin tane oyu yok. O küçümsenen tek oylar birleşerek milyon haline geliyor.
Tarih ve vicdan aynasında bir gün 'sen o gün neredeydin ve hangi saftaydın?' sorusuna muhatap olacağımıza inanıyorum. "İzinden dönemedim, uçağı kaçırdım, trafiğe takıldım, annemi çok özlemiştim" nevinden mazeretler kabahati hafifletmiyor. Ayrıca şunu unutmamak gerekiyor, 1987 referandumu yalnızca 75 bin oyla kabul edildi. Sandığa giden yaklaşık 23 milyon seçmenin yüzde 50,2'si
evet, 49,8'i hayır dedi. Yani sonucu binde üçlük fark belirledi.
Bizim millete en son yapılacak şey onunla inatlaşmak, onu hafife almak. Kenan
Evren aynı hataya düşmüş ve Turgut Sunalp'ın başbakan yapılması için halkı tehdit etmişti. 83 seçimlerinde
ANAP yüzde 45'le birinci olurken, Evren'in desteklediği MDP yüzde 23 ile ancak üçüncü parti olabildi. Yüzlerce dolar ödeyip, binlerce kilometre öteden oy kullanmak için gelenlerin samimiyeti, dayatmaları tersyüz etme gücüne sahip. Yine bu gayretin evet diyecekken, hükümete duyduğu kızgınlıkla hayıra dönmüşleri ikna edeceği kanaatindeyim. 12 Eylül'de milletin geleceğinin oylanacağını, konunun partiyle ve kişilerle alakası olmadığını lisanı halleriyle en iyi onlar anlatabilir. Pireye kızıp yorganı yakmanın zararının yine millete çıkacağını onlar izah edebilirler.
Konuyla doğrudan alakalı değil ama iki notla yazıyı bitirmek istiyorum. Birincisi CHP ile ilgili: Mahkemelerin 'yerindelik' denetimi yapmasını bile savunduktan sonra CHP lideri için söyleyecek söz bulamıyorum. Hukuka uygun alınmış kararların doğruluğunu yargının denetlediği düzenin
demokrasi olmayacağını anlatmanın faydası olur mu? Pek umutlu değilim. Bizi yargıçlar yönetecekse partilere ve parlamentoya ne gerek var? İkinci notum ise MHP'ye: Büyük bir siyasi
kumar oynayarak CHP'yle birlikte hayır cephesinde cansiperane çarpışan Devlet Bey, hayatının hatasını yaptı. Hele tutumunu delillendirmek için CHP'nin yargıyla ilgili söylemlerini tekrarlaması bardağı taşıran damla oldu. Kuşatılmasından endişe ettiği yargının bağımsız ve tarafsızlığı konusunda en dertli kesim ülkücüler. 12 Eylül'den sonra benzer suçlarla mahkemeye çıkarılmış solcular 90'lı yılların başında cezalarını tamamlayıp hayata geri dönmüşken ülkücülerden hâlâ
hapis yatanlar bulunuyor.
Askerî ve
sivil Yargıtay'ın içtihatlarında solcular 'fikri içtima' ile
çatı suçlama olan eski TCK 146'dan tek ceza aldı.
Ülkücüler ise her bir suçtan ayrı ayrı mahkum oldu. CHP'li
Adalet Bakanı Mehmet Moğultay'ın binlerce hâkim ve savcıyı kendi örgütünden seçerken, "Ne yapsaydım MHP'lileri mi alsaydım" sözünün cevabı bu birliktelik mi olmalıydı?