Mehmet Akif tarih için 'ibret alınsaydı tekerrür eder miydi?' diye boşuna sormuyor. İbret almadığımız ve ibretlik mukabelelerde bulunmadığımızdan dönme
dolap gibi dönüp duruyoruz.
12 Eylül'ün bütün kurumlarıyla ayakta olduğu günlerde
merhum Turgut
Özal'ın cesur adımları sayesinde 10 yıllık
darbe geleneği bozulmuştu. Bunda en önemli etken, Özal'ın,
Genelkurmay Başkanlığı
tebrik kartlarını bile bastırmış olan
Kara Kuvvetleri Komutanı Necdet Öztorun'u
emekli etmesiydi. Özal, bu hamleyle birkaç kuş birden vurmuştu. Birincisi, hükümetin yetkisini sıfırlayan ve neredeyse atamaları otomatiğe bağlayan zihniyete darbe vurmuş ve 'patron benim' mesajı vermişti. İkincisi, sertlik yanlısı geleneğin temsilcisi ve normalleşmenin önünde engel olan bir generalin önünü kesmişti. Üçüncü olarak,
sivil demokrasiye geçildiğinin bayrağını çekmişti. Öztorun'un yerine gelen
Necip Torumtay da
istifa etmek zorunda kalınca Özal iktidarını pekiştirmişti.
Özal, en yakın tanığı olduğu 12 Eylül'den dersler çıkarmıştı. Mesela 27
Aralık 1979 tarihli
muhtıra karşısında siyasilerin üç maymunu oynamasının faturasının şahidiydi.
Genelkurmay Başkanı Kenan
Evren ve komutanların Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'e verdikleri uyarı mektubunu siyasiler üzerine alınmamış, 'muhatabı biz değiliz' diyerek, tavana bakıp ıslık çalmayı yeğlemişlerdi.
Başbakan Süleyman Demirel'in bu yaklaşımı hiç
yabancı değildi. 12
Mart muhtırasında da 'şapkayı alıp gitmek' sözünü siyasi deyimler lügatimize kazandırmıştı. 71 darbesine karşı duran iki isim vardı. Biri 'Demokrasinin kalbi olan Parlamento'da bu
mektup okunamaz.' diye tepkisini gösteren Adalet Partili Hasan Korkmazcan. Diğeri ara rejim hükümetine katkı ve
destek vererek darbeyi meşrulaştırdığı için lideri İsmet
İnönü'ye kızıp genel sekreterlik görevinden istifa eden CHP'li
Bülent Ecevit. İsmet İnönü gibi sembol haline gelmiş bir genel başkanı devirerek tarihe geçen Ecevit, takip eden
seçimlerde solun oy rekorunu da kırmıştı. Ecevit, darbeye karşı dik duruşunun mükâfatını
halktan fazlasıyla almıştı.
Türk halkının darbe mağdurlarına sahip çıktığı tezinin gerçeği yansıtmadığı kanaatindeyim. Bu görüş en fazla Tayyip Erdoğan'ın siyasi başarıları izah edilirken seslendiriliyor. Hâlbuki Erdoğan, mağdurluktan çok yerine göre dik durabiliyor olmaktan kazanıyor. Mağdurluk para etseydi, 28
Şubat'ta darbenin birinci dereceden muhatapları olan
Tansu Çiller ve Necmettin
Erbakan siyasetten silinmezdi. 27
Nisan muhtıra denemesinin başarısızlıkla sonuçlanması ve Erdoğan'ın 22 Temmuz'daki tarihî seçim zaferinin izahı da bu. Tayyip Bey, dik durmasaydı evvela darbe fiiliyata geçerdi. İkinci tokadı ise halk vururdu. Seçmen, emaneti koruyamamış diğer siyasilere yaptığı gibi AK Parti'yi de alaşağı ederdi.
Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek'in okuduğu 28 Nisan Demokrasi Bildirisi'nde çıtanın konulduğu yer önemlidir. Şöyle diyordu: "Başbakana bağlı bir kurum olan
Genelkurmay Başkanlığı'nın herhangi bir konuda hükümete karşı bir ifade kullanması demokratik bir hukuk devletinde düşünülemez. Genelkurmay Başkanlığı, hükümetin emrinde, görevleri anayasa ve ilgili yasalarla
tayin edilmiş bir kurumdur.
Anayasa'mıza göre, genelkurmay başkanı görev ve yetkilerinden dolayı başbakana karşı sorumludur." Buradan aşağı her nokta hükümetin
mevzi kaybetmesi anlamına gelir. Kaldı ki sözlü cevapla yetinilmemiş, etkilenmeye çalışılan cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde geri adım atılmamış ve Abdullah Gül'ün Köşk'e çıkması sağlanmıştı.
Ezcümle veresiye satanla peşin satan esnafın halini resmeden tabloya; emanete sahip çıkan ve çıkmayan siyasetçiyi yerleştirebiliriz. Tecrübe, demokrasi ve hukuk devletinin gereğini yapanın kazandığını gösteriyor.