Ben
CHP Grup toplantılarını iple çekiyorum.
Sırf Deniz
Baykal neler söylecek diye! Son olarak da “
Sabah dörtte kapınız çalınsa, sütçü geldi sanırsınız!” denez mi?!
Bu hafta, sabaha karşı saat 04.00’da, kimi
emekli general ve amirallerin kapısı vuruldu.
Üzerinde pijamalar, ayağında şıpıdık terlikler, elinde kocaman bi tas kapıya yürüdü hepsi de:
“Kim o?”
“Sütçü!”
“Ha iyi...”
Kapılar açıldı. Eşikte sütçüler duruyordu.
Kaplar uzatıldı:
“Bugün iki kilo yeter... Yoğurdun da var mı?. Geçen gün üç kilo bırakmışın hâlâ bitiremedik, bir kilo yeter!” diyenlerin uzattığı kaplara sütcüler
arama emirlerini bırakıp içeri girdi. Gerisini biliyorsunuz zaten.
Yahu at arabasında, kapı kapı dolaşan, güğümleri yeni sağılmış süt dolu, bildiğiniz Arnavut sütcüler mi dolaşıyor
sokaklarda artık?! Adam hala geçmişte donmuş kalmış. Biraz okusa,örneğin tarihle az biraz barışık olabilse 23
Şubat 1981’de neler olduğunu belki hatırlar:
Akşamüstü...
İspanya... Yarbay Antonio Tejero Molina komutasında 200 asker
İspanyol Parlementosu’nu bastı, yeni kurulacak hükümeti tartışan 350 milletvekilini rehin aldı! Hepsini
silah zoruyla yere yatırdı. Darbenin komutanı,
Valencia’daki Korgeneral Jaime Mian del
Bosch’tu! Yeni toprağa verilen falanşist
diktatör Franko’yu destekleyen,
demokrasi karşıtlığı ayyuka çıkmış Korgeneral, daha birkaç güm önce Madrit Mekanize Tümen Komutanlığı’ndan alınarak Doğu İspan
ya’ya gönderilmişti. Yarbay Molina, “Parlemento tamamdır” deyince, tankları Valencia sokaklarına saldı. Ardından sıkı
yönetim ilan etti. Bu arada Madrit’te
darbeciler, 90 dakika boyunca
radyo ve televizyon binasını işgal ederek darbe yapıldığını halka duyurdu. Ve Kral Juan
Carlos hemen devreye girdi.
Televizyona çıktı, orduya gerekli emirleri verdiğini, darbecilerin tutuklanmalarını emrettiğini söyledi ve 22 saat sonra Molina da Bosch da teslim oldu, rehinler serbest bırakıldı!
Derken
Ekim 1882 seçimleri öncesinde,
darbe planları yapan,
generaller ve albaylar göz altına alındı, çoğu tutuklandı.
O dönem
iktidarda ortanın sağı, ya da muhafazakar bir parti yoktu! Darbe sosyalist başbakan Adolfo Suarez’e yönelik yapılmıştı!
Ya işte böyle. Darbeyi tezgahlayan, iktidarın huyuna suyuna; rengine. inancına bakmaz! Darbeyi tezgahlayanın tutkusu iktidar olmaktır, o kadar.
Allah’tan bizde sütçüler var da iş çığrından çıkmadan kapılar çalındı, sabahın 4’ünde!
Ekmek dediğin neydi ne oldu
Ekmek ne evrelerden geçmiştir bilir misiniz? Örneğin 15. yüzyılda, yakacağın az olduğu dönemlerde, ekmeğin yenilebilmesi için, önceden ekmekler kurutulur sonra da ıslatılarak yenirdi. Ekmek, hamurdan, dörtgen ya da ay biçiminde yapılır, içlerine de et ya da
sebze konurdu. Sonra yağda kızartılır ya da fırında pişirilirdi. Bu ekmeklere, 17. yüzyılda
börek adını verdi atalarımız.
Yunan, Roma ve
Bizans döneminde, Ak
deniz’de beslenme ekmek-şarap-zeytinyağı üçlüsüne dayanırken,
Osmanlı döneminde, bu üçlünün yerine, pi
rinç-
şeker ve yağ geçti.
Zeytinyağıysa, örneğin 16. yüzyılda, Anadolu’da sadece aydınlatmada kullanılırdı.
Yemeklerse tereyağıyla pişirilirdi.
Osmanlı’nın değerli konuklarına sunduğu en önemli yemek neydi bilir misiniz? Koyun beyni! Tuz ve bol kekikle yenilir, dileyen üzerine limon da sıkabilirdi. İstanbul’da, 16. yüzyılda, evlerin ancak yüzde 6’sında mutfak bulunurdu. Geri kalanlar ya avluda yemek pişirir ya da dışarıdan hazır pişirilmiş olarak alırlardı. Devam edeceğiz yüzyılların yemek alışkanlıklarına...
AKMERKEZ’İN YILDIZI SÖNDÜ
İstanbulular’ın yıllar boyu
akın akın gittiği,
alışveriş yapsa da yapmasa; sadece görmek için kapısından içeri daldığı, dünyanın önde gelen en lüks markalarının vitrinlerden bas bas bağırdığı bir alışveriş dünyasıydı Akmerkez.
Dükkan kiraları, söylenenlere göre, 20 bin dolardan başlıyor, biraz büyük olanların kiralarıysa dudağınızı uçuklatan rakamlara varıyordu.
Gene de dükkanlar hiç boş kalmaz, kiralamak için insanlar
kuyruk oluştururdu. Çünkü eli para tutan herkesin ilk uğrak yeriydi Akmerkez.
Bu alışveriş merkezinin ne kadar tuttuğunu, sahiplerine milyonlar kazandırdığını görenler, birbiri ardına alışveriş merkezleri yapmaya soyundu. Metrocity’den, Kanyon’a, Cevahir’e kadar birçok, çatısı altında yüzlerce dükkan barındıran yer açıldı. Beylikdüzü’ne bile vardı, oradan Boğazı geçti ardından da TEM yoluyla Ankara’ya, Anadolu’ya uzandı. Alışveriş merkezlerinin çekiciliği, boş günlerinizi dolduran yerler olmasında. Sinemalar, türlü çeşitli
yiyecek satan, büfeleri hatırlatan dükkanlar,
kahve molası verilecek yerler, çocukları eğlendirecek türlü oyuncakcılar, koridorlarda dolanan palyaçolar, kuklacılar. Ama Akmerkez’de dükkanlar boşalmaya başladı artık birer ikişer yerlerine de taşınan yok. Ama alt katta, ve
Ulus kapısının yanındaki Paper Moon ayakta duruyor ve hâlâ tıklım tıklım. Dünyanın eh pahallı pizzasını yemek için nedir bu telaş? Hava atmak, görünmek ve görmek! öyle de bir merak var işte kimilerinde! Siz de olmasa da!
İŞİNİ EN İYİ BİÇİMDE YAPACAKSIN
Ne iş tutarsan tut; onun en iyisini yapmakla yükümlüsün.
Örnek mi istiyorsun?
“Eğer çöpçüysen ve de sokakları temizlemekse görevin, Michaleangelo’nun resim yaptığı, Beethoven’in
müzik bestelediği ya da Shakespeare’in oyun yazdığı gibi süpüreceksin sokakları. O kadar iyi süpüreceksin ki, yerler ve gökler durup şöyle diyecek: Bu evde, işini çok iyi yapan, büyük bir sokak çöpçüsü yaşıyor!”
(Martin Kuther King’den aktaran
Sayın M. Sedef Tenim’e
teşekkürler)