Tasfiye edildi.
Bilmem kaç yıllık
arkadaşı, dostu, yoldaşı
karpuz kabuğunu koydu ayağının altına ve vıııjjttt kaydı gitti koca Deniz
Baykal!
Ardından gülümsedi:
“Anca gidersin...”
Gider de... geri gelir mi?
Valla arkadaş, o tezgahı kimin kurduğu ortaya çıkarsa eğer, şıpın işi CHP’nin doruğuna kurulur ki, hepimizin eli böğründe kalır o saat! Peki kim kurdu tezgahı?
Hükümet mi?
Hayır. Neden mi? Çünkü Baykal’ın gitmesini son isteyecek kat hükümet katıdır. Bundan daha
lokum bi
rakip bulabilir misin?
Şimdi onca işin arasında, bir de Kemal Abiyle uğraşacaksın!
Hükümeti geçelim... Yani
iktidarı.
Peki, rakiplerinin tezgahı mı bu?
Rakibi yok ki!
Kim çıkacaktı bu Kurultay’da karşısına? Kim indirecekti onu koltuğundan?
Sakın Kemal Abime laf söylemeyin. O zaten
aday olmayacağını açıklamıştı.
Başka kim var?
Mustafa Sarıgül mü?
Ne ilgisi var kardeşim! Baykal’ın koltuğunda oturması Sarıgül’ün işine gelir. O da Kemal Abimle boğuşmak istemez! Mustafa Sarıgül, Kemal Kılıçdaroğlu’nun gelmesi nedeniyle, parti kurmak için bile gelecek seçimlerin sonucunu görmek zorunda artık.
Geriye kim kalıyor?
Yabancı istihbarat örgütleri mi?
Onlara ne oluyor?
Onlar niye böyle bir tezgaha soyunsun ? Deniz Bey,
AK Parti’nin dışında kimsenin etlisine sütlüsüne karışmaz ki!
İsrail mi? Yahu Deniz Bey, İsrail’in yerini haritada bile zor bulur! Hem önce iktidar olması ge
rek,
yabancı devletlerin onu ciddiye alıp böylesine bir tezgah kurması için. İktidar nerede? Taaa Kaf Dağı’nın ardında!
Geriye kim kalıyor?
En yakınındakilere bakacaksın. Bunu söyleyen
Shakespeare!
Kaltabanları içimizde arayacaksın! Bunu da söyleyen Kemal Tahir. Tabii bizimkisi varsayım... Ama tarih ve edebiyat bu varsayımın örnekleriyle dolu!
Brütüs... İttihatçıların
İzmir Suikasti’ni tezgahlayan kofti
silahşörleri ki, bunlar Kara Kemal Bey’in öldürülmesine neden olmuş kaltabanlardır!
Bunlardan var mıydı Baykal’ın yanında?
Var olduğunu sandıklarınız içinden, Kemal Abimi rampalanan tanıyor musunuz?
Bilmem...
Size ipuçlarını verdik.
Gerisini siz düşünün.
Koca Kurtu aldınız aşağıya... Ama o bekliyor... Söylüyor da zaten: “On yılda bir köşeye bırakılmak enerji depolamama yardımcı oluyor...”
Siyasetten de ayrılmıyor. Gözlerini kısmış; izliyor olan biteni.
Gün ola harman ola da düsturu bundan böyle.
Önce 12
Eylül’deki
Anayasa Referandumu’nu bekleyecek.
Sonuçları görecek. Ya ayağa kalkacak ya da beklemeyi sürdürecek. Sonra sırada
genel seçimler var.
Eğer dört yıl daha AK Parti derse
seçmen, o zaman dikilecek iyice ve avlarının çevresinde dolaşmaya başlayacak... Ta ki saldırana ve un ufak edene değin ona bu tezgahı kuranları...
Her kimse onlar...
OSMANLI’NIN GAYRİMÜSLİM ASKERLERİ
“Hangi alçaktır ki, vatanı muhafaza şerefinden mahrum olmak ister? Varsa böyle alçaklar, varsın askere gitmek yerine,
soğuk kanlarını kurtarmak için para ödemeyi sürdürsün!”
İstanbul Mebusu Vasilaki Efendi, 2 Haziran, 1877
Osmanlı Devleti’nin son yüz yılına damgasını vuran en önemli ve de duyarlı gelişmelerden biri de, 1853 yılından sonra gayrimüslimlerin silah altına alınmasıdır. İmparatorluğun nüfus yapısının ve sosyo-
ekonomik dengelerin Müslümanlar aleyhine bozulmasına, iktisadi ve siyasi çöküşün hızlanmasına neden olan ve 84 yıl boyunca devleti yönetenler arasında, bitip tükenmek bilmeyen tartışmalara yol açan bu serüven, 1919 Mondros Mütarekesiyle son bulur.
Prof. Dr.
Ufuk Gülsoy’un kitabında, özellikle de
bedelli askerlikle ilgili son derece ilginç, okunası, sonra da üzerinde ciddi ciddi düşünülesi bilgiler var.
Eğer Türkiyenin
azınlık sorunlarına ve
demokratikleşme sürecine ilgi duyuyorsanız ya da bu gün gündemde önemli bir yer tutan bedelli askerli konusunun tarihsel gelişimi sizi ilgilendiriyorsa, mutlaka Osmanlı’nın Gayrimüslim Askerleri’ni okuyun. Pişman olmazsınız. (Timaş Yayınları’na teşekkürler)
Elli yıl sonra gene 27
Mayıs
Buyrun efendim, bir
27 Mayıs daha geldi çattı. Darağaçlarının gölgesinde noktalanacak
darbenin üzerinden tam yarım yüz yıl geçmiş.
Hatırlamıyorum o günü
doğru dürüst.
Tek aklımda kalan annemin ağlaması. Rahmetli dayım Muammer Çavuşoğlu, dönemin
Ulaştırma Bakanı, gözaltına alınmış...yok yok... Yaka paça götürülmüş Kalender’deki evinden.
İhsan Yengem perişan. Nazlı’yle Ömer birbirlerine sarılıp ağlamakta. Rahmetli dedem kapılarında; bi şeyler yapabilir miyim acaba diye çırpınmakta.
Sonra, çok sonra, dayım, İzmir’de,
Yunan Konsolosluğu’na Yunan bayrağı çektiği gerekçesiyle altı yıl hapse mahkum edildi. Neden çekti bayrağı? Çünkü altı yedi Eylül
olaylarında , yakılan onlarca Yunan bayrağına yapılan saygısızlıktan ötürü özür dilemek istemişti
Menderes Hükümeti. Eh dayım da İzmir Milletvekili’ydi.
Konuşturmadılar bile mahkemede; dinlemek isteyen yoktu zaten. Ve
Kayseri Hapishanesine yolladılar.
Yıllarca mühendislik yapmış, devlete, millete
hizmet etmiş, tertemiz, pırıl pırıl bir adamı mahpus damına yollarken vicdanları sızlamadı bile. Gelelim Adnan Bey’e!
Rahmetli Menderes’i nelerle suçladılar...
Ama hiç biri doğru çıkmadı. Burnuna parmaklarını sokup azarladılar,bağırıp çağırdılar o zarif, o kibar, o karıncayı bile incitmekten kaçınan beyefendiye. Rahmetli Fatin
Rüştü Zorlu’ya da...Ve rahmetli
Hasan Polatkan’a da. Neler demediler neler!
Rüşbet, zimmete para geçirmek, eş, dost, ahbap kayırmak...
Ama hiç bir
suçlama kanıtlanmadı! Darbeciler işe sokağı zehirleyerek başladı... Sokak coştu, dalgalandı. Halkın oylarıyla seçilmiş bir iktidarı devirmek için kandırıldığı için de bağırdı çağırdı.
İstenen de buydu zaten. Sonunda, emir komuta zincirinden yoksun bir darbe yapıldı. Ve
emekli Orgeneral Cemal Gürsel, İzmir’den getirilip baş köşeye oturtuldu.
Neyse, bugün 27 Mayıs darbesini gerçekleştirenler arasında beş kişiyi sayabilir misiniz?
Hiç sanmam.
İpe çekilenlerin adlarını hatırlıyor musunuz peki? Hep birlikte mi haykırıyorsunuz
Adnan Menderes,
Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan diye!
Duyuyorum sizi.
Siz var oldukça da bundan böyle kimse eline balyoz alıp kafamıza indiremez; bizi kafeslere tıkamaz!