İstanbul 10. Ağır
Ceza Mahkemesi’nce kabul edilen
Balyoz darbe planıyla ilgili iddianamede akıllara ziyan ayrıntılar var.
Sanıklar, darbeye zemin hazırlamak amacıyla, “
terör örgütleriyle
işbirliği” yapmak ve söz konusu örgütlerin birlikte eyleme soyunmasını sağlamak için planlar hazırlanmış. İddianameye göre, cunta,
PKK’nın yanısıra, aşırı sol ve komünist terör örgütlerinden de yararlanmayı düşünmüş. Belgelere bir göz atacak olursanız, 12
Mart 1971 muhtırasıyla 12
Eylül 1980 darbesi öncesindeki iç karışıklıklar yeniden tezgahlanıp sahnelenecekmiş. Terörün ardından gelsin sıkı
yönetim tabi! Ve cellatlar, ellerini oğuşturarak çıksın ortaya!
Bu, insanın iliklerini donduran plan, sanıklardan
emekli Tuğgeneral Süha Tanrıverdi’den ele geçirilen el yazısı notlarda yer alıyor!
Notlarda, PKK-KADEK işbirliği için kimlere görev verileceği bile belirtilmiş, iddianameye göre.
Darbe planının görüşüldüğü seminerde, dönemin kolordu komutanları arasında çarpıcı bir
tartışma yaşanıyor. Korgeneral
Ergin Saygun darbe sırasında ve sonrasında “aşırı şiddet kullanılmasına” karşı çıkıyor:
“Bu aşırı şiddet, TSK’yla halkımızı karşı karşıya getirir ve beklenenin tersine bazı sonuçlara yol açar!”
Gelin görünki, dönemin 5.
Kolordu Komutanı Korgeneral Şükrü
Sarıışık, Türkiye’yi kabuslara gömecek laflar ediyor, gene iddianameye göre:
“Kolordu Komutanlığından, yeterli güvenlik önlemlerini alabilecek bütün birliklerimi oraya görevlendiririm.
İstanbul’un üzerine çökerim!
“Ama bir yerde de halkı karşımıza almak meselesi ayrı! Bunlar kararlarını vermişlerdir! Bu ülkeyi bölecek, parçalayacaklar ve ülkeyi başka bir siyasal düzene (rejime) taşıyacaklar. Böyle kararlı olan bir halka karşı da bizim acımasızca hareket etmek görevimizdir!
Türkiye’yi bölmek isteyenler yok mu? Var elbette! Ama bunlar bir avuç,
yurt dışından yönetilip yönlendirilen, satılmış iti uğursuz.
İstihbarat birimleri tam anlamıyla ve eşgüdüm içinde çalışsa, bunları derleyip toparlamak çok
kolay!
Yeterki bu yolda sağlam bir işrade, dipten doruğa oluşsun!
“İstanbul’un üzerine çökerim” lafı var ya?
Bu lafın bir benzeri daha var tarihde. Söyleyen, Adolf
Hitler.
Varşova’yla ilgili ediyor bu lafları. “Taş taş üstüne koymayın Varşova’da. Halkın soluk alıp vercek gücü bile kalmasın!” (Albert Speer - Inside the Third Reich)
Aslına bakarsanız,
darbe planları üzerine çalışacağına bunca yüksek rütbeli ve Allah’tan çoğu emekli ya da göz altında adam, Türkiye’de herkesin canını yakan terörle mücadeleye kafa yorsalar, bunca gencimizi yitirmezdik boşu boşuna. Ama o da mümkün değil eğer iddianamede yer alanlar doğruysa, çünkü tavşana kaç tazıya tut deniyormuş yıllardır!
Evren’in
referandum oyu
evet nitekim!
Yavuz Donat’la söyleşmiş Kenan Paşam. Hoş oyunun rengini açıklamamış ama
12 Eylül Anayası’nda değişiklik
yapılmasına pek de karşı
olmadığın belirtmiş:
“Vaktiyle yaptığım konuşmalara bir baksınlar. Hepsi unutuldu. Ben dedim ki: Gün gelecek bu
Anayasa değişecek. Anayasa mukaddes kitap mı? Günün koşulları neyi gerektiriyorsa, anayasalar da değiştirilir!”
Böyle şey duydunuz mu? Anayasayla yasayı karıştırıyor
paşam nitekim! Anayasa dediğin, on beş yirmi maddeden oluşur. Devlet ve düzeni belirler; bayrağı ve erklerin yetkilerini anlatır, o kadar. Gerisi kanunlarla düzenlenir. Boğaz’da öngörünüm diye bir madde olur mu anayasada birader?!
Evren Paşa, 12 Eylül’de ülkenin yoğun bir anarşi altında olduğunu bu yüzden d
e devletin otorite sağlaması gerektiğini vurguluyor!
Anarşi birden bire mi çıktı ortaya? Kimler onun filizlenmesine, ta orta okullara değin uzanmasına izin verdi?
Yavuz’a söylediği bir laf var ki, insan kahkahalarla gülüyor:
“Herkes birşey söylüyor. Ben Anayasa Profesörü
değilim!”
Sen askerdin.
Asker olarak da siyasete soyundun! Başında kasket, ayağında külot pantolonla çizme,
traktör yanında çektirdiğin, Atatürk’ü çağrıştıran fotoğraflarını unutmadık!
Referandumda verilecek her “evet” oyu, demokrasiden yana olmanın erdemini vurgulayacak ve darbe yanlılarının suratında bir tokat gibi patlayacaktır
arkadaş!
Ona göre aklını başına devşireceksin ve oyunu vereceksin. Türkiye’nin düzeni demokrasidir! Onu değiştirmeye soyunanın da alnını karışlar bu millet!
Patron yaşlanınca
Patron iyiden iyiye yaşlanmış. Çocukları da gözünün içine bakıyor, emekli olsa da birimizden biri hiç olmazsa, şu patronluk koltuğunun sefasını sürse, diye!
Neyse, patron, yani
baba,
kent dışına gittiği
bir gün, beş oğlan, babanın toplantı salonunda
bir araya gelmiş.
Nasıl, şirket içi bir darbeyle başa geçeceklerini konuşmaya başlamışlar.
Tam toplantının en hararetli anında, kapı açılmış, içeri patronun yardımcısı girmiş:
“Efendim babanız geldi. Yolculuktan vaz geçmiş. Şu anda asansörde.”
Büyük oğlan, gözleri faltaşı:
“Babam bizi toplantı salonunda, böyle kafa kafaya vermiş konuşurken enselerse hapı yutarız!. Çabuk... Siz dördünüz pencereden aşağı atlayın!”
Ortanca kardeş ayağa fırlamış:
“Delirdin mi sen ağabey! On üçüncü kattayız!”
“Oğlum... Bırak şu batıl inançları, hurafeleri... Atlayın hadi! Çabuk!”
(Selim Gündeş’e teşekkürler)