Bülent Arınç okkalı bi laf etmiş ve de tam on ikiden vurmuş bence.
Muğla’da yaşanan öğrenci olaylarıyla ilgili kaygılarını dile getirdikten sonra, geçmişe, yani yetmişli yıllara göndermede bulunmuş.
Çok haklı, adına “sağ-sol çatışması” dediğimiz ve binlerce gencimizi yok eden on yıllık tezgah da “masum öğrenci hareketleri” olarak başlamıştı. Yurt ücretlerinin düşürülmesi için boykot;
ders kitapları pahalı diye yürüyenler falan. İnsanlar da, bunların haklı istekler olduğunu düşünerek, öğrencileri desteklemişti hatta.
Ama sonra, bu geçlerin arasına karışan, eli silahlı, bombalı hatta makinalı tüfekli birileri,
Türkiye’nin dört bir yanında kan gölleri oluşmasına neden oldu.
Ve bir gece 12
Eylül darbesini yedi Türkiye; ertesi gün her taraf süt
liman. Gık çıkmıyor. Tam bir silahlara
veda! Ardından tutuklamalar, işkenceler mahkemeler, ipe çekilenler...
Arınç’ı da beni de kaygılandıran, yetmişli yıllardaki büyüklerinin yazdığı oyunu yeniden sahneye koymak isteyenler. Ne varki, bu sefer, birer ikişer ortaya çıktı. Ergenekon’dan, Kafes’e,
Balyoz’a değin uzanan taşlı bir yol yavaş yavaş da olsa temizleniyor. Ama önümüzde daha çok yol var. Çünkü darbelerden medet umanların, bu sevdadan vaz geçmesi gerek önce!
Şimdi, kaderin bir cilvesi olarak
12 Eylül’de, darbecilerin oluşturduğu Kurucu Meclis’ce hazırlanmış
Anayasa’nın değişmesi amacıyla
sandık başına gideceğiz.
Ve değişecek Anayasa. Bu değişiklik yeter mi? Yetmez. Daha da değiştirilmesi gereken maddeler var.
Ancak bir yandan değişiklik paketi Anayasa Mahkemesi’ne taşınırken, öte yandan kirli eller, kuklaların iplerine uzanıyor yavaş yavaş, sinsice. Ama bu kez karşılarında farklı bir Türkiye var.
Yani “70 sente muhtaç” bir Türkiye’de at koşturamayacak kimileri. Ekonomisi gittikçe güçlenen, dış politikası bir dantel zerafetiyle çelikten örülmüş, bölgesinin en güçlü, etkinliği dünyaca kabul edilen, on-on beş yıl sonra,
ekonomik gücüyle dünyanın ilk on ülkesi arasına girecek, 2010 yılı
büyüme hızı AB’yi sollamış bir Türkiye’de kimse Hasan Mutlucan’ı ekranlara çıkaramaz artık! Huzurumuzu bozmaya çabalayanlar da, kusura bakmayın, avucunu yalar!
Ve “27
Mayıs yargılanıyor”
Nazlı Ilıcak’ın 1975 yılında ilk kez yayımlanan ve
27 Mayıs’ı yargılayan, gerçekten o müthiş kitabı, bi kez daha kitabçıların vitrinlerinde. Nazlı’nın bu kitabı ilk çıktığında rahmetli eşi Kemal Ilıcak çok gururlanmıştı. “Gazetemiz Tercüman, bu yazı dizisi nedeniyle tam 60 bin
tiraj aldı!” diye gözleri pırıl pırıl, herkese anlatırdı.
Yazı dizisinin ardından, kitap iki cilt olarak yayınlanmış ve
aslan gibi yürekli bir gazetecinin, üç idamla sonuçlanan darbe öyküsü
satış rekorları kırmıştı. Nazlı, rahmetli babası Muammer Çavuşoğlu nedeniyle taraf olmasına karşın, 27 Mayıs’ı nesnel bir biçimde yargılayabilme yeteneğini ve cesaretini gösterdi.
Kitap bu gün çok daha büyük bir önem kazandı. Sadece yakın tarihimize ışık tutmuyor, bu milleti Kafeslere tıkmaya uğraşan, beynimize Balyoz indirmeye soyunan tayfanın suratında bi şamar gibi de patlıyor.
Dilerim herkes bu kitabı alır, okur, sonra da ağzını açmadan, boyundan büyük işlere kalkışmadan düşünür, düşünür, düşünür.