Birand’ın yaptığı ‘gaf’ ve Başbuğ’un tepkisi


Genelkurmay’ın verdiği davete katılan Mehmet Ali Birand, Çevik Bir’le ilgili “CNN’de, Rıdvan Akar’ın programında Çevik Bir’e öyle bir çaktım ki...” der demez Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ hemen dönmüş, “kaşlarını çatarak” “sizi Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev yapmış bir komutan hakkında böyle konuşmaktan men ederim!” demiş. Şimdi, kırk yıl düşünsem, Mehmet Ali Birand’ı savunacağım aklıma gelmezdi. Ancak, Çevik Bir Paşa’nın yaptıklarını, 28 Şubat’da insanların başına neler geldiğini, Mehmet Ali’nin de, Erol Aksoy’un geçen günkü açıklamalarından öğrendiğime göre, ekmeğiyle nasıl oynadığını düşününce, Birand az bile söylemiş diyesim geliyor. Korkuyu çarşaf, sakal, cübbe ve türban dörtlüsüyle sarıp sarmalayıp ardından tankları sokağa salarak milletin iliklerini donduran bir senaryonun mimarına söylenecek laf çok. Sayın Başbuğ, Çevik Bir’e Komutan diyor ki; yanlışların en büyüğü bu! Neden mi? Çünkü, Komutan darbe planlamaz. Komutan senaryo yazıp sahneleyerek ve de kimi yandaşlarının kalem oynatmasını buyurarak seçimle gelmiş bir hükümeti alaşağı etmez. Komutan insanların ekmeğiyle oynamaz. Komutan, ülkenin, dış düşmanlarına karşı orduyu eğitimli, donanımlı ve hazır tutar. Komutan hayali düşman yaratıp, kendisi ve tayfası at koştursun diye, seçim sandığından çıkmış bir koalisyon hükümetini aşağı indirmez. (Sayın Başbuğ, lütfedip Mareşal Erwin Rommel’in (Çöl Tilkisi) anılarını karıştırsın. Orada ilginç bir kaç cümle var: “Wilhelm Keitel Alman Ordularını Hitler adına yönetmekle görevlendirilmişti ve Mareşal olmuştu... Ama asla gerçek anlamda komutan olamamıştı. Çünkü asıl görevi olan askerliği bırakıp siyasete soyunmuştu. Rütbe almak başka şey; komutan olmaksa başka...”) Komutanlıkla siyaset arasındaki ayırımı en çarpıcı biçimde ortaya koyan aslında Mustafa Kemal Atatürk’tür. Askeri elbiseyi çıkardıktan sonra siyasete girmişti değil mi efendim? Mehmet Ali’nin tepkisi doğrudur. Doğrudur da, söylenecek yeri doğru seçememiş olabilir. Belki o davete gitmese, bir yazıyla ya da ekranda yapacağı bir yorumla davete gitmeme nedeni olarak 28 Şubat’ı anlatabilirdi. Dahası böyle bir tepkinin ardından o davetten ayrılması gerekirdi. Ama bu tabi onun tercihi. Yalnız Mehmet Ali Birand, söylenmesi gerekeni, daha da ayrıntılı bir biçimde, çaktım maktım diyerek değil de, o günlerin acılarını dile getirererek anlatsaydı çok daha iyi ederdi. Yitirilen aşklar kadehlerde mi aranır Bu akşam dolaştım bütün meyhanelerini İstanbul’un/ Kadehlerde aradım dudak izlerini... Karşınızda gözü yaşlı, orta yaşına merdiven dayamış bi adam. Cıgara dumanları bulut bulut, bilmem kaçıncı rakısını içerken, arada bir de of ulan of. Benim gibi adama yapılır mı bu? diyor ve alkol havuzunda yüzmeyi sürdürüyor. Her şeyden önce, yitirilen hiç bir aşk meyhanede yeniden elde edilmez. Meyhanelerini dolaştıktan sonra, ertesi sabah ne elde edilir? Paslı bir dil, akıllara ziyan, en az beş aspirinlik bir baş ağrısı, çapakların çevresinde ağ ördüğü göz kapakları! Ama mutsuzluk bir başına da çekilmez. Izdırap topluluk içinde çekilmeli ki, paylaşılsın ve efkar, az biraz da olsa, dağılsın. Bu varsayımdan yola çıkarsan, meyhane meyhane dolanırsın tabi. Aslında en akıllı iş o aşkı yitirmemek. Hadi yitirdin, alkole bulaşmadan oturup düşünmek, ben ne hıyarlık yaptım da o güzelim kızı kaçırdım diye. Yaptığın salaklığın ne olduğunu ayık kafayla saptayabilirsen, o zaman belki yitirdiğin aşkını yeniden bulabilirsin... GÖREV VE MUTLULUK Patron nefret ediyormuş yardımcısından. Ukalalığından, kaytarmasından, dedikoduculuğundan. Sonunda, odasına çağırmış: “Şu anda görev aşkı denen şeyi ve mutluluğu bir arada yaşıyorum. Özel eşyalarını topla ve defol! Kovuldun!” (Ethem Silahdaroğlu’na teşekkürler) Kaçak cıgaralar gene çıktı ortaya Son zamlardan sonra, Türkiye’ye komşu ülkelerde üretilen cıgaralar karton karton satılmaya başladı gene. Örneğin Türkiye’de üretilen bir paket cıgara yedi lirayken aynı paket, kaçak giriyor ve beş liraya satılıyor. Hem de tezghah altından bakkallarda. Bunlardan bi tanesi elime geçti. Azerbaycan’da üretilmiş. Üzerinde de cıgaranın sağlığa zararlı olduğunu belirten bir cümle var: “Çılım çekmeklık sızın saglygınyz üçın hopwldydrt” Yani, “içmeyin ulan şu mereti”. Namusu salt kan mı temizler Dünyanın hemen hemen her ülkesinde, buna en “uygarları” da dahil, kadınlara şiddet uygulamak için bahaneler yaratılır. Adam kardeşinin karısını bıçaklar sokağın ortasında. Gerekçesi ne? “Namusumu temizledim!” Bu saçmasapan gerekçenin ardına sığınarak, kadın döverler, saçlarından sürükleyerek evden atarlar, son kertede de ya kurşun sıkarlar ya da bıçakla doğrarlar. Ondan sonra da “Ben erkeğim... Namusumu temizledim” diye ortalıkta dolanırlar. Aslında kadına şiddet uygulayan her erkeğin mutlaka kendi erkekliğinden kuşkuları vardır. Erkek için kadın dövmek kolay iş. Doğa gereği çok daha güçlü ve kaldırıp yumruğu indirir dilerse. Asıl erkeklik o yumruğu başka bir erkeğe indirmekten geçer! Sıkarsa tabii! Hukuk da erkekten yanadır genellikle. “Namus meselesi” dedi mi sanık, hafifletici sebep sayılır! Katil üç beş yıl yatar çıkar dışarı. Siz hiç bir kadının “namusumu temizledim” diyerek bir erkeği bıçakladığını ya da vurduğunu duydunuz mu? Yooo! Kadın aldatıldı mı ya da itilip kakıldı mı, eşyasını toplar ve o saat evi terk eder. Çocuklarını da alır gider; anasının babasının evine sığınır ya da kendine bi iş bulur, ekmeğini kazanmaya çalışır. Tuncer Köseoğlu, güzel bi şey yazmış: “Kadınları öldürüp şiddet sergileriz yüz yıllardır... Bi türlü de temizlenmez bu namus. Ne kirli namusumuz varmış birader...”
<< Önceki Haber Birand’ın yaptığı ‘gaf’ ve Başbuğ’un tepkisi Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER