Gerçekten de Tayyip Bey’in dediği gibi Arap ülkelerine yönelik
eleştiri okları yıllardır havada uçar durur. Bu eleştiriler hep Birinci Dünya
Savaşı yıllarında Arapların,
İngilizlerle iş birliğine soyunarak Osmanlı’yı arkadan vurduğu savına dayanır. “Arap çorap” diyerek aşağılarız Arapları. “Ne Şam’ın şekeri ne Arap’ın yüzü” başka bir söylemimizdir.
Aslında
Mekke Şerifi Hüseyin bin Ali’dir İngiliz’lerle anlaşan ve Osmanlı’yı arkadan vuran. Buna tarih Arap İsyanı der ve yıl 1916’dır. Bu gün Hüzeyin bin Ali sağ olsa, bin kere pişmanlığını dile getirecektir, hiç kuşkusuz! Çünkü, savaş sırasında verdiği hiç bir sözü tutmamıştır İngiliz
Hükümeti ve Lord Curzon. Bağımsızlık bekleyen Arapların başına, kendilerine bende olmuş aşiret reislerini getirip, uzun yıllar bölgede at koşturmuş ve bu günkü kargaşa ortamının yolunu döşemiştir!
Günümüzdeyse,
Türkiye, Arap dünyasının imrenerek bakığı bir ülkedir. Orta Doğu’da yapılan anketlere göre
Başbakan, uzak ara, “en sevilen lider” katına oturmuştur. Bunun nedenini de, başbakanın ortak kültür mirasımızı hatırlamış olması, mazluma el uzatması, gaddarlığa karşı, bir başına durmasında aramak gerekir. Bunları yaparken de,kimilerinin söylediği gibi “Türkiye’nin ekseni” falan kaymamıştır. İşte
Avrupa Parlementosu Hıristiyan Demokrat Gurup Başkan’ı Wilfred Martens’in açıklaması: “ Türkiye’de
eksen kayması görmüyorum! İzlediği
politika AB’yle çelişmiyor. Komşularıyla ilişkisi üyeliği reddettiği anlama gelmez!”
Bakınız, Türkiye’ye bu yıl 2 milyon Orta Doğu’lu turist gelecek ve bu sayı dört yıl donra da en az 3 milyona ulaşacaktır. Arap ülkelerinin neredeyse tümüne yakın bir bölümüyle vizeler kalkmıştır, ticaret hacmi beşe hatta ona katlanmaktadır. Apo’yu ülkeden kovmadığı gerekcesiyle neredeyse savaş ilan edeceğimiz Suriye’yle, doğru uygulanan dış politikalar sonucu, dost olmuştur Türkiye. Ama İtalya’yla da sıkı fıkıdır, Yunanistan’la da ciddi hiçbir sorunu kalmamıştır neredeyse.
TÜSİAD Heyeti, ABD’ye gidiyor. Dış İşleri Bakanı
Hillary Clinton başta olmak üzere, bir dizi görüşme yapacak. Bu görüşmelerde, TÜSİAD’ın, hükümet politikaları ve uygulamaları dışında konuşması, görüş bildirmesi olası mıdır sizce? Hatta hükümetin görüşlerini, ayrıntılarıyla anlatacak, eksen kayması zırvalarının ne denli gerçek dışı olduğunu vurgulayacak olması çok daha akla mantığa uygun geliyor...
YOKLUK, YOKSULLUK EDEBİYATIYLA OY KAPMA DEVRİ BİTTİ
CHP Genel Başkan’ı Kemal Kılıçdaroğlu’na birilerinin çıkıp da 2010 yılında yaşadığımızı hatırlatması gerekiyor artık!
“Mutfaktaki
yangın...
açlık...emeklinin perişanlığı...” gibi söylemlerin içinde doğruluk payı olsa da, bunları bu ülkenin insanı yarım yüz yılı aşkın bir süredir dinliyor. Ama, nedense CHP’ye güvenip de oyunu vermiyor sandığa geldi mi?
Kılıçdaroğlu ve kurmaylarının neden CHP’nin elli yıllık süreçte sadece üç kez sandıktan birinci parti olarak çıkabildiği konusunu incelemesi gerek.
CHP ilk kez 27
Mayıs 1960 darbesi sonrası yapılan
seçimlerde ilk sıraya oturmuş ama tek başına
iktidar olamamıştı. Koalisyon hükümeti kurmak zorunda kaldı İsmet
İnönü. Bundan sonra, 1973 seçimlerinde, Ecevit’in Genel Başkanlığında CHP, sandıktan birinci parti olarak çıktı. O yıların ortamında “
toprak sürenin, su kullananın...ortanın solu, halkın yolu” gibi söylemlerle oy topladı rahmetli Ecevit. Ancak ortanın sağı AP,DP ve MSP olarak üçe bölünmüştü. CHP o dönemde MSP’yle
koalisyon kurdu,
Kıbrıs çıkarması sonucunda
erken seçime giderek bir başına iktidar koltuğuna oturabileceğini hesapladı, koalisyonu bozdu ama
TBMM erken seçim kararı almayınca Milliyetci Cephe hükümetlerine yol açıldı.
Derken 1977’de CHP gene birinci parti oldu ama tek başına iktidara oturamadı. Ardından siyasi tarihimize kara bir leke olarak vurulan
Güneş Motel olayıyla, bazı Adalet Partili milletvekilleri CHP’ye geçti,
bakanlık koltuğuna kuruldu. Sonra da, mutsuzluğumuzun kışını yaşadık milletce.
Benzin yok, yağ yok,
ampul yok, cıgara yok, yok oğlu yok. Benzin kuyruklarında,
araba içinde nice gecemizi geçirdik; fuel oil bulamadığımızdan üç
battaniye altında, ayaklarımızda yün çoraplarla kış geçirdik. Sonra CHP, beş ilde yapılan milletvekili ara seçimlerinin tümünü de kaybedince, Adalet Partisi geldi ve 12
Eylül Darbesiyle bizi baş başa bıraktı.
Yani CHP ne zaman koalisyon ortağı ya da milletvekili transferleriyle hükümet olduysa bu millet gerçek anlamda yokluğu yaşadı!
Onun için Sayın Kılıçdaroğlu, “yokluk,
yoksulluk” dedi mi, kırkın üstünde herkes CHP’nin bir başına iktidar olduğu dönemi hatırlıyor!
Hemen ardından da rahmetli Turgut Özal’ın mucizesini ve sekiz yıllık Ak Parti iktidarını mercek altına alıyor.
Herşey güllük gülistanlık mı bu gün?
Hayır. Ama sokağa çıkıp yaşı yetenlere sorsanız, “CHP’nin tek başına iktidar olduğu günlere geri dönmek mi istiyorsunuz?” diye, alacağınız
cevap yüzde yüze yakın “hayır” olacaktır.
Bu nedenle Sayın Kılıçdaroğlu’nun “yokluk...mutfakta yangın...vah emeklime...vah memuruma..” söylemlerini bir yana bırakıp, Türkiye’nin genel
ekonomik çizgisini, dış politikasını, asayişle ilgili hal ve gidişi,
PKK terörünü gündeme getirmesi ve bu konularla ilgili çözümler üretmesi,halkın önünde bunları anlatması gerek!” Yoksa, CHP için, “eski tas eski hamam, sadece tellak değişti!” düşüncesi git gide yaygınlaşır!