Hiç şüphesiz evveliyatı da var ama 3
Aralık 1990 günü, etkisi bugüne yansıyan ve muhtemelen devam edecek olan bir kırılma yaşandı.. 1.
Körfez Savaşı’nın eşiğinde TSK Amerika’yla birlikte hareket etmek isteyen Cumhurbaşkanı Turgut Özal’a ‘
Hayır’ dedi..
Bu ‘hayır’ın sebebi zannedilenin aksine askerlerin, harekâta iştirak etmekle
Türkiye’nin
bölge ülkeleriyle ilişkilerinin bozulacağını, yeni cepheler açılacağını, zor bir coğrafyada fazla kayıp verileceğini düşünmesi v.s. değildi. TSK Amerika’nın bu harekâtla Irak’ı parçalayacağı, kurma kararı aldığı
Kürt devletine zemin hazırlayacağı ve bunun Türkiye’de bölücü eğilimleri güçlendirip
iç savaş seviyesine tırmanacak bir kalkışmayı davet edeceği değerlendirmesini yapmıştı. Daha önemlisi, TSK’nin komuta katı, oldum olası askere
soğuk bakan muhafazakâr siyasi aktörlerin, Kürt oylarına dönük yapageldikleri hesapların da etkisiyle kulaklarını ABD ve Batılı ülkelerden gelen telkinlere açacağı inancındaydı.. Bundan dolayı
Necip Torumtay sonrası göreve gelen bütün genel
kurmay başkanları resmi konuşmalarında Amerika’yı rahatsız edecek bir cümle kullanmamaya dikkat etmekle birlikte Washington’un Türkiye’ye tuzak kurduğu kanaatini taşıdılar ve siyasi aktörlere kuşkuyla baktılar. Örneğin dört yıl genelkurmay başkanlığı makamında oturduğu, üstelik sıkça davet edildiği halde bir kere bile Amerika’ya gitmeyen
Org. Hüseyin Kıvrıkoğlu Çin genelkurmay başkanının davetini geri çevirmedi.
Söz konusu karargâh değerlendirmesinin aradan geçen yirmi yılda, Eşref
Bitlis suikastı, Çuval hadisesi, Muavenet saldırısı türü olaylar sebebiyle giderek kemikleştiğini söylemek mümkündür. Aynı şekilde ABD’nin 2. Körfez Savaşı öncesi Türkiye’den istediği aktif desteğin reddinde TSK’nin
TBMM toplantısı öncesi MGK’nda görüş belirtmemek suretiyle etkin olmasıyla dışa yansıdığı da..
Bütün bu düşünce ve endişeler neticesi 2003, TSK bünyesinde
darbe eğiliminin 1980 sonrası en üst seviyeye tırmandığı yıl oldu..
Ancak aynı süreçte bunun tam tersi bir eğilim güç kazanmaya başladı.. ABD’ye duyulan öfkenin savurduğu zihinlerin Atatürkçülük, laik duyarlılık zarfı içinde mezhepçi kümeleşmeye kapı açtığı; düşmanımın düşmanı dostumdur fikrinden hareketle birilerinin gözlerini karartıp
siyaseti baskılamanın yolu olarak
terör tehdidinin kabarmasına yeşil ışık yaktığı fark edildi... Nihayet, bu öfkenin
Ortadoğu haritasının yeniden çizilmesine mani olmadığı da..
TSK kurmay katında soğuk savaş şablonlarıyla yapılan çözümlemelerde tablonun bütün boyutlarıyla okunmadığı, Türkiye ve Irak’taki Kürt varlığıyla
PKK terörünü aynı kefeye koyan, ABD siyasetinin Beyaz Saray’a değil Pentagon’a dayandığını göz ardı eden analizin yanlışlığının fark edilmesiydi bu..
Sonuç: Yeni bir kırılma oldu!.
Çepeçevre kuşatılmışlığın içinde sıkışan Org.
Hilmi Özkök’ün tabloyu ters- yüz etmesi mümkün olmadı; ama genelkurmay başkanı dolu dizgin gidişin önünü kesmeyi başardı. Daha ötesi TSK bünyesinde ilk kez muazzaf-
emekli, rütbeli- rütbesiz çok sayıda
personel hakkında bir dizi
soruşturmanın açılmasını sağladı.
Ve.. Tetiğini kimin çektiğini düşünmekten başımızı kaldırıp ne olduğuna fazla bakamadığımız, yargının özünden uzaklaştırıp alabildiğine dallandırmak suretiyle zihinleri karıştırdığı
Ergenekon!..
Zaman zaman gelişmelerden rahatsızlık duyduğu yansısa da TSK’nin, bugüne kadar süreci engelleyici bir tavır içinde olmamasına bakarak ‘Bunun bir manası olması lazım’ dememek elde değil... Bu tavır, boşvermişlik, umursamazlık olamayacağına göre, orduya hakim zihniyette köklü bir değişim yaşanmakta olduğunun işareti..
Netice: TSK son yarım asırda yaşanan pek çok olumsuz hadisenin bünyesinde bıraktığı tortulardan arınma kararlılığı içinde görünüyor. Dolayısıyla gerek Ergenekon davasına gerekse ‘Org.
Işık Koşaner’in genelkurmay başkanlığı döneminde süreç nasıl gelişir sorusuna
cevap ararken, siyasi
tercih yanında TSK’nin yeni yol haritasının işaret taşlarına bakmak lazım.
Hiç şüphe yok ki sadece TSK’nin soruşturma, iç sorgulamasıyla
demokratikleşme yolunda mesafe alındığı sonucuna varmak mümkün değil. Siyaset, yargı, medya dahil bütün kurumların önümüzdeki dönemde, kistin vücutta olduğuna bakarak onu
organ sayma alışkanlığını terk etmesi gerek.