Uzun zamandan beri
Türkiye’nin girdiği değişim kulvarında hızla ilerlediğini yazıp çiziyorum. Üstelik ‘Ya değişeceğiz, ya değiştirecekler’ diyerek!... Ak Parti iktidarının
tercihi, benimsediği proje olduğu için değil, yavaş yavaş şekillenen yeni uluslararası sistemin, karşısına kim ve ne çıkarsa önüne katıp sürüklemeye başladığı dip dalga bu... Türkiye’nin ekonomisi değişti, asker-
sivil bürokrasisi değişiyor, medyası, siyaseti de değişecek.
Baykal ve onun şahsında
CHP reosta yani direnç odağıydı..
Kurulan
komplonun ahlakiliğini, Baykal’ın
istifa ederken yaptığı tesbitleri, söyledikleri yanında söylemediklerini bu çerçeveyi göz önünde tutarak değerlendirebiliriz.
Zamanlama olarak
kasetin piyasaya sürülmesini herhalde CHP kurultayından bağımsız düşünmek mümkün değil. Dolayısıyla hadisenin ‘Baykal’ı
küçük düşürelim’ amacıyla sınırlı olduğunu, ya da sadece Baykal’ı
hedef aldığını düşünmek akla ziyandır. Bu şiddette bir
darbe, şüphe etmemek lazım ki bir büyük projenin parçasıdır. Tezgâhı kuranlar CHP kurultayına iki hafta zaman kalmışken yeni liderin ortaya çıkmasının ve kabul görmesinin zor olacağının herhalde farkındadırlar... Dolayısıyla kurultay ortaya nasıl bir tablo çıkarırsa çıkarsın sonuçta CHP kısa bir süre sonra olağanüstü kurultaya gidecektir. Deniz Baykal’ın istifasını açıkladığı konuşmanın metninde zaten böylesi bir sürecin, parti içi nihai hesaplaşmanın bütün işaretleri vardır:
‘CHP bu kirli tezgâhlar karşısında yolunu seçmek zorundadır. İstifa kararım hem Türkiye siyasetini ve CHP’ni yeniden tanzim etmek isteyenlere bir imkân tanıyacak, hem de CHP’ne bu komployla hesaplaşma fırsatı verecektir. Yalansız, dürüst, cesur bir duruş sergilemek sadece benim işim olmamalıdır’ sözlerinin satır aralarında yukarıda ifade etmeye çalıştığım hususların tamamı vardır.
Kaset ve komplo kanımca ‘
faili meçhul’ olarak kalacaktır. Baykal’ın konuşmasında sürekli olarak ‘komplo’nun varlığından söz etmekle birlikte hükümet, yargı ya da
emniyet birimlerine yönelik, komplonun faillerinin bir an önce ortaya çıkarılmasını beklediğine dair bir ifadesi yoktur. Dolayısıyla Baykal’ın meselenin suça taalluk eden yanının kurcalanmasını istediğini sanmıyorum.. Konuşmasında ‘komplo’nun diğer mağduru kişiden/kişilerden ne doğrudan ne de dolaylı olarak söz etmeyip ‘..kimsenin beni sorgulamasına izin vermeyeceğim’ demesi, Baykal’ın bu konuda gerek siyasi gerekse adli, hiçbir soruya muhatap olmak istemediğinin ifadesidir.
Olay basına ilk yansıdığında meslekdaşlarımızın ulaştığı yakın çevresindeki kişilere Baykal’ın ‘Bu devlet işi, biliyorum’ dediği yazılmıştı. Ancak bu sözlerin sarf edilmesinin üzerinden geçen kırksekiz saat zarfında Baykal’ın tabloyu farklı değerlendirerek oklarını hükümete yöneltmeyi tercih ettiği anlaşılıyor. CHP lideri muhtemelen
‘devlet işi’ değerlendirmesinde ısrar etmenin ‘komplo’nun ebadını büyütmekle kalmayıp
benzer ya da farklı nitelikte yeni tablolara davetiye çıkarmak olacağını fark etmiş olmalı...
Hükümeti suçlamanın ise olayın rayından çıkarılmak istenen siyasi
rekabet düzeyinde tutulmasına imkân tanıdığı düşünülebilir...
Yazıyı bitirirken hayli revaçta olan ‘Baykal’ın geri dönüşü’ meselesine değinmek istiyorum. Kulaklarında genel başkanlarının hedefin kendisi değil CHP olduğu tesbiti ve ‘Hileye, şerre dayalı kalleşlik politikasına dur demek zorundayız’ sözleri olduğu halde kurultaya gelecek CHP delegelerinin Deniz Baykal’ı yeniden terk ettiği koltuğa oturtmaları mümkün. Ama böyle bir girişim bana göre hem mukadder akibeti sadece ertelemekten öte işe yaramaz; hem de Baykal’ı tahammülü zor, hırpalanacağı bir girdabının içine çeker.
Son söz: Deniz Baykal’ın istifasıyla sonuçlanan hadiseyi değerlendirirken herhalde unutmamak gereken bir iz’an sınırı, bir had olmalı.. Bu, Hz. İsa’nın halkın fahişelik suçlamasıyla recm etmek üzere toplandığı bir kadın için ‘İlk taşı içinizde günahsız olan atsın’ deyişiyle ortaya koyduğu ölçüdür.