Aradan dokuz yıl geçti. MHP lideri
Devlet Bahçeli’nin Baş
bakan Yardımcısı olarak görev yaptığı 57 hükümet döneminde
Türkiye 16
Ağustos 2000 günü çok önemli
iki uluslararası sözleşmeye
imza attı. Bunların ilki
Birleşmiş Milletler Siyasi ve Medeni Haklar Sözleşmesi’dir; ikincisi de Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi. Her iki sözleşmelerin önemi şu ki, bugün ‘
açılım’ başlığı altında tartıştığımız konuların ‘af’ mevzuu dışında tamamı bu iki çerçevenin içindedir.
Ve gerçek şu ki; T.C. devletinin bu iki sözleşmeyle kendini
kayıt altına almasını sağlayan siyasi kararın arka planında Devlet Bahçeli, onun rahmetli
Bülent Ecevit ve dönemin dışişleri bakanı rahmetli İsmail Cem’e verdiği
destek vardı. Sadece bunlarda mı?
Hayır. Türkiye’nin AB’ye tam üyelik sürecinin gerçek manada başlangıcı olan 1999
Helsinki dönemecinde ‘AB üyeliğimiz devlet projesidir’ diyerek kritik eşiğin aşılmasını sağlayan, Abdullah
Öcalan’ın kesinleşen cezasının infazını durduran AHİM sürecini ‘T.C. devletinin yargı yetkisini kabul ettiği mahkemeye saygının gereği’ diyerek izah eden liderler bildirisinin arkasında da o vardır.
MHP liderinin sonraki dönemde demokrasinin kökleşmesine sağladığı katkı ise herhalde
Cengiz
Çandar dahil bugün kendisini seven/ sevmeyen herkesin kabul ettiği bir husus.
Hal böyleyken Bahçeli ve peşi sıra MHP sözcüleri ‘
Kürt açılımı’ konusunda hükümetin proje oluşturmak için kolları sıvamasıyla giderek neden sertleşen bir dil kullanmaya başladı? Neden gerek
Başbakan Erdoğan katında gerekse basının liberal kalemleri nezdinde
eleştiri oklarına
hedefi oldu?
Polis Akademisi’nin düzenlediği ‘çalıştay’ı göz ardı ederek tabloya baktığımda; ‘Kürt Meselesi’ konusunda 20 Haziran’da yani bundan birbuçuk ay önce Bahçeli’nin danışmanlarından Prof. Zuhal Caoğlu’nun davetiyle MHP Genel Merkezi’ne gidip bugüne kadar yazıp söylediklerim doğrultusunda görüşlerimi anlatırken muhataplarımdan aldığım olumlu tepkiyi düşünerek bugünkü beyanları yadırgardım. Ancak kısa zaman zarfında köprünün altından çok su aktı. Dolayısıyla MHP’deki tavır ve üslup farklılaşmasının sebebi konusunda birkaç şey söylemek kaçınılmaz oldu.
İlk olarak herhalde şunu görmemek mümkün değil. Pek çok meselede olduğu gibi bu konuda da hükümet, sorun görsel ve yazılı basında haddinden fazla mıncıklandıktan, PKK’nın mevcut lider kadrosu ve
Abdullah Öcalan dahil herkes ihrabta yer yapma yarışına hız verdikten sonra İçişleri Bakanı Beşir
Atalay’ın konuşmasıyla harekete geçti. Açık söylemek gerekirse mutedil, ihtiyatlı ve çözüm konusunda herkeste ümitvar olma hissi uyandıran bir üsluptu Atalay’dan yansıyan. Doğrusu bu konuşmanın ardından bakanın
CHP ve MHP’yi hatta DTP’yi ziyaret edeceğini, gerek Deniz Baykal’ı gerekse Devlet Bahçeli’yi hükümetin meseleye motod olarak nasıl yaklaştığı konusunda bilgilendireceğini ummuştum. Doğrusu buydu. Zira hükümetin el altından İmralı’yla pazarlık yaptığı da dahil pek çok şey söyleniyordu.
Liderler böyle bir ziyarette ilerde önlerine neyin geleceğini öğrenemeseler bile neyin gelmeyeceğini işitme imkânını bulabilirlerdi. Ama böyle olmadı. Polis Akademisi’nin düzenlediği ve İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın da katıldığı ‘Kürt
Çalıştayı’ bu ortamda gündeme düştü.
Halkın akademik bir kuruluş olarak değil ‘vasıflı polis yetiştiren okul’ olarak gördüğü Polis Akademisi’nde yapılanın sadece adının ‘çalıştay’ yani Batılıların ‘workshop’ dediği türden bir faaliyet olduğu görmemek saflık olur. Farklı görüşlerin yansımadığı, bugüne kadar birbirine benzer düşüncelerini pek çok platformda üstelik defalarca seslendirmiş
gazete köşe yazarlarını bir araya getirip ‘Çalıştay yaptık’ demek kimin fikridir; Atalay gibi attığı adımın önünü ardını
hesap etmeden harekete geçmeyen bir bakan nasıl o zemine iştirake ikna edilmiştir bilemem. Velev ki katılımcılar doğru seçilmiş olsa dahi, böylesi hassas bir konuda yapılacak çalıştay için sair sebepler bir yana sadece
psikolojik açıdan dahi Polis Akademisi’nin uygun zemin olmayabileceğini birilerinin Atalay’a söylemesi gerekirdi. Nihayet; toplantıda bakan Atalay ya da onun adına birilerinin dışarıya ‘MHP’yi biz bırakın ikna ederiz’ şeklinde yansıyan sözleri... Bütün bunları kurultay sürecindeki MHP’nin tepkisiz izlemesini beklemek ne akıldır bilmem. Yazı hacmini aşmamak için bir dilekle bitiriyorum. Umarım Başbakan Erdoğan öfkesine ram olmaz ve Bahçeli’yle görüşme fikrinden caymaz.