Önce
resepsiyon krizi. Resepsiyonu veren, teâmüle göre Cumhurbaşkanı. Cumhurbaşkanı kim? Anayasaya göre yürütmenin en tepesindeki adam; ayrıca Silahlı Kuvvetler'in başkomutanı.
Peki resepsiyonu ne için veriyor? Şahsına bağlı bir gerekçesi mi var; diyelim ki yaş günü veya hemşehrileriyle hasret giderme gibi bir vesilesi mi var resepsiyonun?
Hayır, bu resepsiyon
Cumhuriyet'i kutlamak için düzenlenen geleneksel bir dâvet. Böyle bir dâvete icabet, katılanların Cumhurbaşkanı'na şahsen bayıldığı, desteklediği anlamına gelmez. Eğer Cumhuriyet hepimize ait ortak bir değerse bu değeri paylaşanların icâbeti "Devlet terbiyesi"nin muktezâsıdır. Geçerli mâzeret dışında katılmamak, Cumhurbaşkanı'nın şahsına karşı menfi
jest mânâsı taşımaz; sadece kaytarıcılarda devlet terbiyesi ve geleneğinin henüz teşekkül etmediğini gösterir.
Kemal Kılıçdaroğlu, resepsiyon krizinde en kuvvetli ve anlaşılır mâzerete sahip dâvetliydi; mâzereti var çünkü partisine hâkim değil ve partinin ürettiği gerginlik asidi sonunda kendi kabını eritmeye başladı. İşte sergi skandalı! Skandalın en vahim ve pratik sonucu, sergiyi düzenleyenlerin genel başkanlarını içine düşürdükleri ağlamaklı durumdur. Evvelâ "Partili gençlerin faaliyetidir" diye nezaket gösterip açılışını yapıyor, hattâ zekâvetini göstermek için eline tutuşturulan kalemle
test bile çözüyor ama dört gün sonra başka bir parti sözcüsü, "Zaten genel başkanımız da pek hoşnut kalmamıştı sergiden" diye açıklama yapmak zorunda kalıyor.
Serginin "Kitch" unsurlar taşıdığını anlamak için geçen dört günlük süre hayra alâmet değil. Parti tüzüğünün değiştirilmesi için yapılan ikaz bunun yanında fısıltı gibi kalır.
Tüzük mazbut ve muntazam olsa ne çıkar ki bundan? Partide otorite buhranı ayyûka çıkmış. "Partili arkadaşlarım beni bakalım bu gün neremden vurup müşkül durumda bırakacak?" diye tedirginleşen bir genel başkandan
ağız tadıyla muhalefet görevi yapması nasıl beklenebilir?
CHP parti tüzüğü kurultayı yapar veya başka türlü çözer aksaklığı; kendi bilecekleri iştir fakat "Bu partiyi kim yönetiyor arkadaşlar; şunun adını koyalım!" konulu bir kurultay toplasalar daha isabetli olur zannederim.
CHP, acemice hatâlarının bedelini topluma gerginlik bulaştırarak etkisizleştirmeye çalışıyor. Referandum öncesi açılan "Hayırda hayır vardır" kampanyası başarısız oldu; "Bu bir siyasî anlam taşımıyor" yollu ikazlara rağmen
referandumu AK Parti'den kurtulma fırsatı zannederek "Hayır"a bel bağlamak, koca partiyi zebûn etti, siyasî muhalefetin kimyâsı bozuldu; böyle bir ortamda başörtüsü konusunun gündeme gelmesi CHP'ye ilâç gibi geldiyse de meselenin
seçim ertesine ertelenmesiyle
deniz bitti. Durum vahimdir. Referandumun gayri memnunlarına bir "
Hayat hamlesi" verecek yeni bir vesile lâzım.
Hükümet mâdemki her şeyden sorumludur, ülkemizin selâmeti nâmına referandumzedeleri yeniden hayata ve siyasete bağlayacak gerekçeler
icat etmelidir diyesim geliyor.
Zannımca
Oktay Ekşi'nin taammüden işlediği sürç-i lisân kazâsı, topluma aksettirilmeye çalışılırken bumerang gibi sahibini vuran gerginlik stratejisinin ürünüdür. Evet, sıkı
muhalifti ama bu derece ölçüsüz bir söz sarf edebileceğini şahsen kulağımla duysam inanmazdım. Nedir Oktay Bey'i gecenin bir yarısında yazısına okkalı bir çimdik unsuru yerleştirmeye mecbur eden sebep? Hınç olabilir mi? Kime, niçin, ne adına?
Tutankhamon'un lâneti demiştim birkaç hafta önce; ağzımdan yel alsın: Cumhuriyet'in anamuhalefet partisini ve bilumum muhalif kalemleri sağlıcakla işbaşında görmek isteriz; onlarsız olmaz, olmuyor!
DÜZELTME: 18.10.2010 tarihinde yayınladığım "Diyanet devrimi" başlıklı yazıda geçen Çanakkale'nin Denizgöründü Camii hakkındaki bilginin eksik ve hatalı olduğu ileri sürüldü. Buna göre caminin cemaatsiz olmadığı, 6 ilâ 8 kişinin
vakit namazlarına devam ettiği, 2 yıldan beri camide görev yapan din görevlisinin bu süre zarfında 5 mevtânın cenaze hizmetinde bulunduğu belirtiliyor. Bu durum, yazımın muhtevasını ilgilendirmemekle birlikte verdiğim şahsi söz icabı caminin cemaatsiz olduğu yolundaki haberi düzeltiyorum /ATA.