Viyana metrosunu kullanmak için günlük
bilet almanız gerekiyor ama kapılarda "nered
e biletin" diye
hesap soran memurlar veya
elektronik turnikeler yok. Tabiatıyla, "yani yakalanmazsan akşama kadar be
dava mı" diye sordum. Cevabı çok acıtıcıydı, "bazen
kontrol ettikleri olur ama biletsiz yakalananlar bundan çok utanırlar, o yüzden kimse biletsiz
yolculuk etmeyi aklına bile getirmez" dediler.
Dengelerini kurmuş
ülkelerde
siyasetin kuralları vardır ve bu kuralların dışına çıkmak hem suç, hem ayıp sayılır. Bizde bırakınız dengeyi
darbecileri savunmak yiğitliğin şanından sayılmakta. Vefa veya sempatiyle izah edilmez, patolojik bir şey bu!
Adam biletsiz yolculuk ediyor, yakalanınca, "bu metroyu benim babam kurdu, sen kimsin ki bana bilet soruyorsun" diye dayılanıyor. Omurgasız
deniz yaratıklarını andıran bir kısım basın ise, "he, vallahi öyle" diye kenardan çepik çalmakta.
Yahu görmüyor musunuz. Suçtan geçtik, ayıptır ayıp!
Demek ki bizde henüz siyasi düzen ve siyasi hukuk fikri yerleşmemiş, o mevzuda biraz prematüre kalmışız.
Bu kavrayışa göre Türkiye'de darbe olmaması için "kurucu siyasi ideoloji"nin ve kuruluş yıllarındaki toplumsal dengelerin aynen muhafazası gerektiğini karine ile anlıyoruz. Ne var ki kuruluş yıllarındaki toplumsal yapı ve dengelerin, ideolojinin olduğu haliyle yaşaması artık mümkün değil. İyi veya kötü olduğundan değil. Değişim fikrini hiç hesaba katmadığı için böyle oluyor ve bu karineye göre dünya değişirken Türkiye'nin 1923 (siz bilemediniz 1930'lu yıllar) civarında mıhlanıp kaldığını farz etmemiz gerekiyor.
Darbecilerin ne istediğini hiç merak ettiniz mi, daha demokratik ve çağdaş bir ülke için bu maceraya atılmış bir halleri yok. Bulabildikleri en büyük ters motivasyon cümlesi "Şeriat kapıda!"
Çağdaş (yani muasır) dünyada
iktidar değişikliği genel ve serbest seçimle oluyor. Biz ne zaman genel seçimle iktidarı
tayin etmeye kalkışsak, koruyucu ve kurucu abiler, "böyle olmaz. Siz rejimi değiştirmek, ülkeyi 1923 öncesine, yani saltanat ve hilafet yıllarına götürmek istiyorsunuz" diye müktesep (!) haklarını masaya koyuyorlar. Şimdiye kadar hep böyle oldu ve on yıllık fasılalarla koruyucu abiler her defasında taşları devirip satranç oyununu yeniden başlattılar. Simdi olan ise, "durun bir dakika, iktidardan memnun olmayabilirsiniz ama bunun ifade biçimi, darbe yapmak ve darbecileri alkışlamak değildir" denilmesinden ibaret.
Bu çatışmada ben, dava açanlarla, dava açılanlar arasında taraf değilim, sadece siyaset oyununun çağdaş dünyada nasıl oynanıyorsa öyle yapılmasından yanayım. Bir siyasi
heyet olarak hükümetin behemehal iktidarda kalması umurumda bile değil. Onlar gider, yerine meşru usullerle seçilmiş bir başka heyet gelir fakat bu esnada -hükümet de dahil, kimsenin- oyun kurallarına aykırı davranmasını istemem. İsterim ki, tarihte bilmem kaç
medeniyet kurmakla övünen Türklerin yaşayan bir ferdi olarak
modern Türkler, siyaseti kurallarına göre yürütmenin de bir medeni ("uygar" mı diyordunuz?) haslet ve kabiliyet olduğunu cihana göstersinler. Açık konuşalım mı, zırt-pırt darbeye uğrayan, darbecilerin
ağız kokusuna maruz kalan bir idare, medeni ve çağdaş değil, tek kelimeyle ikinci, üçüncü
sınıf bir idaredir ve biz maalesef böyle bir görüntü veriyoruz.
Darbecileri bunun için tutmuyor, aleni veya yarım ağızla darbecileri ve darbeyi savunanlara da işte bunun için öfkeleniyorum, çünkü onlar kafalarındaki doğruların sağlamasını yapmak için, oyun tahtasını her defasında tepetaklak edip Türkiye'yi geriye götürüyorlar.
Gericisiniz be, matruş olsanız ne yazar ki?