Ben bu predator kelimesini duymamıştım, sözlüğe bakıp öğrendim, diyor ki; kendisi için lüzumlu şeyleri, diğer canlıları yiyerek temin eden canlı, nâm-ı diğer bildiğimiz şu düpedüz vahşi
hayvan.
Kim kime predator diyor peki, öğrenelim. Kendini gazetecilikte saint ilan etmeye bir fırt kalmış biri, iki yazar arkadaşını savunmak için diyor; kime diyor predatorsunuz diye? Yan masadan işitenleri aşağılamak için diyor... Burada duracaksın doktor, duracaksın çünkü bu lâfı söyleyen kişinin işi, gücü, marifeti, ustalığı, sanatı, ekmek teknesi yan masalara
kulak uzatmak, başka hayatları didiklemek ve yakalanan açıkları soğukkanlı ve zâlimâne bir hünerle başkalarına teşhir etmek... Ömrünce yaptığı en iyi şey bu. Ha, o yüzden, seçtiği söz çok anlamlı, çok târif edici bir kelime;
Predator. Şimdi durumu şöyle değerlendiriyorum; bence bu adam 'ulan neticede hepimiz predatoruz; kanlı ve çirkin bir
spor yapıyoruz, bari birbirimize ilişmesek' demeye getirmiyor aslında, daha garip bir şey yapıyor; yan masayı dinleyeni vahşi hayvan yaparken kendini, insâni bir insiyakle insan safına çekiyor. Sen beni dinliyorsun ve yabanisin, ben ise burada saçmalama hakkımı kullanıyorum ve insanım! Ne demiş bir bakalım gazeteye, kafadan atmayalım; diyor ki bak, aynen: "Düşünün, Boğaz'ın kıyısında bir balıkçı restoranındasınız (...) İstediğiniz gibi konuşuyorsunuz. Kral sizsiniz. Tebaa da sizsiniz. Fıkradaki tavşan gibi, iki kadeh atıp, abuk sabuk konuşma hakkınız da var. Ki o hak, karnını içine çekme ihtiyacının olmadığı anlarda, yani eşref saatinde, insanın en
komik, ama en keyifli halidir. Hiçbir elin ağzınızı tıkamasına izin vermezsiniz. Sansür ve
makas kelimelerini sözlüğünüzden çıkarıp attığınız bir saattesinizdir. Karşınızda güvendiğiniz bir arkadaşınız, konuşuyorsunuz. Yani tetikte değilsiniz..." Şimdi söyle bakayım doktor, bu alıntıdaki
kilit ifade ne?
Hayır o değil, bilemedin; kilit ifade şu: Fıkradaki tavşan gibi iki kadeh atıp abuk sabuk konuşma hakkı... Anladın? Tamam yani diyor, ne olmuş; bizim arkadaşlar, fıkradaki tavşan gibi abuk sabuk lâflar etmişlerse, ki edebilirler... Efendim? Hayır o fıkrayı anlatamam efendim, sadece şu kadarını çıtlatayım; tavşan bey, ormanın
kralı
aslan hakkında ağzına geleni konuşuyor sağda solda; kendisinden bunun hesabı sorulunca da, yav bakmayın bana, abuk subuk konuşuyorum işte diyor bir nevi. Haa, diyeceksin ki ne var bunda? Onu izah ettim az önce doktor, yine farketmedin; bu adamlar başkalarının hayatını didikleyerek şöhret ve servet kazandılar ve bu işi yaparken prensip filan da dinlemediler; vaktiyle o kadar tek tabanca habercilik yaptı ki bunlar, kendilerine bir çekidüzen verme ihtiyacıyla bir habercilik anayasası filan gibi bir şey çıkardılar da herkes güldü... Yoo uymadılar tabii; onu anlatıyorum zaten, adam yaptığı haberle kendi vicdanını aynı sürecin parçası saymıyor; kendini, cemaatini, kabilesini, şirketini soyutluyor yaptığı işten. Teleskopla nebulaları seyreden bir gözlemci gibi... Sen yaparken habercisin, başkası yaparsa predator. Mesela yıllarca düzeltme hakkı kullandırtmadılar kimseye, birinci sayfadan yalan haber yapıyorsun, düzeltmesini altı ay sonra 21. sayfanın eteğinde yalapşap veriyorsun! Şimdi kalkmış bu adam, cemaat dostlarının "tavşan geyiği"ni dinleyenleri uzun kulaklıkla, vahşetle itham ediyor. Çok yaralanmış belli, çok incinmiş, hırpalanmış... Aslında anlıyorum adamı ama
Allah için acımak içimden gelmiyor. Yaşadığı travmatik bir şeydir o yüzden; gazetecinin veya yakınının bizatihi haber olması gazeteciyi kötületir, bunaltır. O yüzden gazetecinin adam gibi olanı, her
akşam ağzını çalkayıp tövbe istiğfar edecek, yaptığı işi sorgulayacak, o zaman iyi gazeteci, iyi haberci olunur mu; zordur ama olunur tabii, denememiş ki bunlar.
Gazetecilikten ziyade güç transformatörlüğü,
iktidar regülatörlüğü yapmış bunlar. İğne batınca biraz kendilerine, arkadaşın canı acıdı,
felsefe döktürmeye başladı... Aslında biliyor musun doktor; kabahat, böyle "duyum"ları, matah bir şey zannedip kullananda; zırvayı te'vil etmenin ne mânâsı var Allah aşkına? Diyorum ki şimdi, bu kadar predatorun arasında benim ne işim var; onu da sen söyleyeceksin doktor?