Sabah kahvaltısı için X ilinin Y kazasına bağlı Z köyünde bir kır lokantasına gittik. Mekân sahibi kıdemli okuyuculardan birinin bacanağı. "İki sene önce bu bahçeyi satın aldığımızda yarıdan çoğu, neredeyse
balta girmez dikenli çalılıklarla kaplıydı.
Altı ay sonra ne var ne yok diye bahçeyi biraz temizleyince kocaman bir değirmen binasıyla karşılaştık. Kadastrocuları çağırdık, ölçüp biçtiler, burası da sizin mülkünüz görünüyor dediler." deyince şaşırmadan edemedim.
Yüksek dağlardan coşa köpüre düze koşuşturan sulardan insan beli kalınlığında gümrah bir kol, değirmenin eski arkından 6 asırlık bir çınarın dibine dökülüyor, çınarın dibinde beş metre kutrunda bir
havuz, içinde
kart alabalıklar "gel keyfim gel" makamında oynaşıp durmakta.
-Bitişik bahçedeki komşumuz tâ Milli Mücadele yıllarından kalan evlerini
tamir ettirip yerleşince dışarıya pek çok süprüntü attılar. A, baktık ki mazbut
Osmanlı zevkinin izlerini taşıyan kallavî ciltli kitaplar. Birkaç gün önce yine bir hayli kitap vesaire atmışlar, sonuna yetişebildik. Elmalılı merhumun tefsiri tam
takım. Görmek ister misiniz?
Böyle şeyleri hep fantastik romanlarda olur zannederdim.
Kitapları görünce ağzım uçuklaya yazdı. Daha dün matbaadan çıkmış gibi tertemiz durumdalar. Ne cildinde güve yeniği, ne bir damla küf. Buluntular arasında
Yassıada kararlarının ve idam günlerinin gazeteleri de var;
Cumhuriyet, Falih Rıfkı'nın "Dünya"sı. Elli senelik gazeteler katlandığı gibi duruyor. Sonra Feridun
Fazıl Tülbentçi merhumun Osmanlılar'ı, Abdullah
Ziya Kozanoğlu'nun
Savcı Bey'i; tertemiz. Kapak kısmında zarif bir
imza, bir tarih, o kadar. 935 yılından kalma bir
fabrika projesinin "muşamma" cinsi bir kâğıda çizilmiş planları. Yabancı firmalarla yazışmaların tasnif edildiği muntazam bir eski zaman klasörü, fevkalade zarif ve boş bir not
defteri.
Zaman tüneline düşüp 30'lu yıllara çıkmış bir tuhaf hâlet bürüdü hepimizi...
Kitaplardan birinin içinden aşk mektubuna benzer
küçük bir
pusula çıktı. Tam bir hazine. "Haydi gidelim, belki çöplükte yine
define izine rastlarız" dedim. Yürüdük, ev sahipleri bahçede oturuyorlar. Fevkalade hoşâmedi gösterdiler. Evrak-ı metruke sahibinin kızı ve damadı imişler. Evlerini gezdirmek ve çöp atılan yerde bulmamız muhtemel yeni şeyleri alıp götürmek izni vermek inceliği gösterdiler, sağolsunlar.
Benim bahtıma çöplük muhteviyatından
Kodak firmasının 30'lu yıllara dair birkaç fotoğraf
makinesi broşürü çıktı. Bizim gazetenin görsel buyurganı Fevzi Yazıcı'nın işine yarar diye aldım. Lâf aramızda, Zaman Gazetesi'nin alt katında Fevzi Yazıcı'nın eski makine koleksiyonu sergisi var. Tam hasetlik. Eğer bendeki broşürler onda yoksa seyreyleyin gümbürtüyü...
Bitmedi, kimyevi savaş gazlarına dair ilmi bir neşriyat, o da 30'lu yılların tarihini taşıyor. Ardından Kemal Zeki Pakalın merhumun
Mahmud Nedim Paşa'sı, bir ucundan hafifçe fare kemirmiş o kadar, tertemiz.
Sıradan bir
tatil sabahı, birdenbire fantastik bir maceraya dönüşüverdi. Kahvaltı sofrasının alçakgönüllü ihtişamı, 600 senelik çınarın gövdesine beş metreden dökülen pulat gibi suyun ferahlığı, bir tesadüf eseri birkaç dönümlük tapulu mal sınırları içinde keşfedilen şahane taş mimarisiyle eski değirmen binasının hayali kamçılayan ve zevklendiren tesiri birbirine karıştı;
tatlı ve derin lezzet olup damağa yapıştı.
Çengelköy'de mukim kitapsever dostumun biri, en büyük kitap keşiflerinin hâlâ çöplüklerde ele geçtiğini söylediğinde de şaşırmıştım. Kitapsever
kapıcı kardeşlerimiz, "Al şunları burada götür, kalabalığından kurtulsak kâfi" diye kitap vesair cinsinden süprüntüden yaka silken ve yeni dekorasyon için evlerinde boş hacim isteyen halkımıza çok önemli kültür hizmeti sunabiliyorlar ki kendime güçbelâ yetesi aklımın almadığı işlerdendir.
Biliyorum, X'li, Y'li yer tarifine sinir oldunuz; hoş görünüz. O mahalden hâlâ kültürel kalıntı çıkması ihtimâli var ve o yörenin kütüphanelerinden birine armağan gidecek. Yoksa sır değildir; dükkân sizin!