Referandum günü
sandık görevi için Erzurum'un Kılıççı köyüne giden bir görevli, yolda karşılaştığı bir ayı tarafından öldürülünce çok dikkate değer bir hukuk tartışması başladı, çünkü ayı hakkında
bakanlık tarafından vur emri çıkarılmıştı.
Hayvansever muhitlerin tepkisi üzerine sonra vur kararı "yakalama"ya dönüştürüldü. Bulunursa Bursa'daki "Ayı rehabilitasyonu merkezi"ne gönderilecekmiş.
Çifte standarda mıhlanmış düşünme tarzımızın ipliğini pazara çıkaran bir örnek. İnsanlar herhangi bir
hayvanı öldürdüklerinde -ki endüstriyel bir intizamla, ritmik bir tarzda hayvan öldürüyoruz biz insanlar olarak- kaatil filan sayılmıyorlar; bir ayı, istisnâi bir şekilde bir insanı öldürünce adı hemen kaatile çıkıyor.
Bu kadar kafa karışıklığını tabii karşılamak lâzım; biz henüz insan-insan ilişkisinin hukukunu doğru dürüst tanzim edebilmiş değiliz ki, sıra insan-hayvan ilişkilerine gelsin? Aslında, var bir şeyler ama "insan-hayvan ilişkileri"ne dair söz söyleyen kuralların rûhu, felsefesi yok! Nasıl olsun: Hayvanların katılmadığı bir hukuki süreçtir bu; öyle olunca da iş, yine bizim merhametimize kalıyor: "Aa, caanım
sokak köpekleri, cici kediler, kuşlar, eşekler, yılkı atlarına yazık" diye bir türlü işlemeyen kurallar koyuyoruz ama az ilerde mezbahalar,
tavuk ve yumurta sanayii şakır şakır et ve protein pompalıyor pazarlarımıza. Keyfî ayı vurmayı yasaklayan
düzenleme de öyle; vurana
para cezası! E peki hamsiler, sazanlar, sarıkanatlar, kuzular, danalar, piliçler hakkında niçin süresiz avlama (ve kesim) yasağı getirmiyoruz? Çünkü onlar "
besin" ve biz besin zincirinin son baklasıyız güyâ! İkiyüzlü müyüz neyiz?
En iyisi kuralları boş verip insan-hayvan temaslarında püf noktaları öğrenmek: Bakınız, dağda-
belde ayıyla karşılaşınca ne yapmalıymışız: Ayıya bakmayacak, sırtınızı dönecek, kontrollü ve telâşsız hareketlerle başka yöne doğru gidecekmişiz. "Ama sonuçta hayvanın ne yapacağı belli olmaz!" diye eklemeyi de ihmâl etmiyor uzmanlar; çok güldüm buna. Bence durumu bu kadar muğlaklaştırmanın anlamı yok; iki ihtimâl var, ya saldırır yahut dönüp gider fakat sosyal hayat ortamında karşılaştığımız bazı cinsleri var ki, onların davranış portföyünde -af buyrunuz- ne türlü hergelelikler, riyâkarlıklar, tabasbuslar, sahte gülücükler gizlediklerine aslâ
akıl-sır erdiremeyiz.
Hayvanlardan daha "akıllı" olduğunu varsaydığımız bu canlı türü, "
İntikam soğuk yenen bir yemektir" vecizesini söylemişlerdir ki çok edebî, mühim ve tabii alçakça bir lâftır.
İKİ KİTAP, İKİ OKUYUCU KESİTİ: Rivayet muhtelif, fakat şu Simonlar kitabının bilmem kaç bin
baskı yaptığı ve yazarına hayli para kazandırdığını duyuyorum. Helâl olsun, güle güle harcasın yazarı. Bu yılın bahar aylarında Mehmet
Baransu'nun "Karargâh" kitabı yayınlandı ve ne yazık ki, Simonların onda biri kadar iltifat görmedi okuyuculardan. Terazinin bir kefesine Karargâh'ı, ötekine Simonlar'ı koyarak şöyle bir düşünelim; hangi kitap hangi tehditten, hangi olaydan, hangi komplodan bahsediyor ve yazılanların ciddiyet dereceleri nedir?
Hatırlatalım, "Karargâh"ta
Mehmet Baransu, belgesel nitelikteki kitabının sadece bir kısmında
Balyoz darbe planının "belgeleri"ni yayınlamıştı ama,
Balyoz darbesi -Hafazanallah!- gerçekleştiğinde bundan zarar görmesi muhakkak olanların 40'ta biri bile ilgi göstermedi bu önemli esere...
Simonlar'ın tirajı, Karargâh'ı dövüyor âdeta; muhteşem bir rövanş doğrusu.
Avcılar ve atıcılar kulübüne mensup medya büyük prodüksiyon yaptı. Aşkolsun; takdir ettim!