Evvela genel çerçeveyi çizelim ki, nasıl bir mantık düzleminde yaşadığımızın farkına varılsın; burası, "falan
futbolcu, birazcık
sakat olduğu için takımdan ayrı düz
koşu çalışması yaptı" diye haber yapılabilen bir ülkedir.
Düz koşu, dümdüz koşu, üstelik tek başına ve takımdan ayrı olarak; vay canına!..
Pazar günü tesadüf eseri, internet sitelerinden birinde Milli
atlet Alemitu Bekele Degfa'nın, 30.
Avrupa Salon
Atletizm Şampiyonası'nda bayanlar 3 bin metrede
Türkiye rekoru kırarak Avrupa şampiyonu olduğunu öğrendim; o gün seyrettiğim
spor programlarında bu haberin altyazıyla olsun duyurulduğunu ben görmedim fakat takımında yedek kalmış bir
futbolcunun düz koşu yapması, neredeyse bütün bültenlerde evire-çevire tekrarlanan haberdir.
Burası böyle bir yer; evvelâ bunu bilelim...
Bülent Korkmaz, çok değil, bundan 15 gün önce, 24
Şubat tarihinde Galatasaray'da göreve getirildi; bu süre zarfında biri
A haberleri'>UEFA Kupası olmak üzere oynadığı üç maçı da kazandı. Dün itibarıyla bir spor yazarı, Bülent Korkmaz'ı "korkak" futbol oynattığı gerekçesiyle istifaya çağırarak, "futbolun F'sinden bile anlamadığını" ileri sürdü.
Bu spor yazarı
Hıncal Uluç'tur. Hıncal Uluç, Türk basınında bir fenomendir. Bütün köşe yazarları gibi her bir şeyden anlar. Açıkçası birkaç sene öncesine kadar bu yazarı keyifle okur, NTV'de katıldığı 90 Dakika programını seyrederdim.
Onun yüzünden 90 Dakika'dan soğudum (
itiraf ederim ki, bu kararımda M. Yakup Yılmaz'ın, "FB'li tartışmacı" kontenjanını doldurmak için programa alınması ama yerine geldiği Mehmet Demirkol'un halefi olmak yükü altında ezilmesi de hayli etkili olmuştur.) Haşmet Babaoğlu'na ve Fuat Akdağ'a duyduğum gıyabi sempati, bu programı artık kurtaramıyor. Kendi esprilerine, -hattâ bazen alelâde sözlerine- o itici kahkahasıyla bizzat efekt yapan Hıncal Uluç, Peter Prensibi muktezâsınca kendi liyâkatsizlik derecesini sistematik olarak tâciz edip durmaktadır.
Seyretmiyorum. Hıncal Uluç'un yazılarını da okumuyorum artık; daha doğrusu gazetede kapladığı yarım dönümlük yerde kibrit kutusu gibi duran "tebessüm" köşesi hariç; onu da kendisi yazmıyor zaten.
Heyecan vermiyor; bayatladı. Siyasi angajmanları ve polemikleri Hıncal Uluç'u iyice sevimsizleştirdi; hele kendine bir nevi GS'ın kurucusu Ali
Sami Yen misyonu yükleyerek kaleme aldığı, "o gitsin beğenmedim; falan futbolu bilmiyor; ben vaktiyle bunu bir şey zannetmiştim ama yanılmışım, kovun gitsin" yollu tersköşe yorumları iyice antipatik hale geldi. Öyle bir edâ ki, "doğruları ben bilirim; hatta gerekirse yanlışları bile ben yaparım" havaları...
Devrin ünlü
Ankara Valisi
Nevzat Tandoğan sanki mübârek! Tandoğan ki tek parti yıllarında gözaltına alınan solcu delikanlılara, "bu ülkeye gerekirse Komünistliği biz getiririz, siz kim oluyorsunuz be!" diye çıkışmasıyla ünlenmiştir.
Bir noktada ustalığını ve hakkını teslim etmek lâzım; gündemin ütülü bir çarşaf gibi kımıldamadığı günlerde bile Hıncal Uluç ortaya çıkıp, bütün kanaat önderlerini tersköşeye yatıran garip bir fikir ileri sürerek kendinden bahsettirmek konusunda bir PR mütehassısıdır. Meselâ takımının zor ânında göreve gelerek 3'te 3 yapan gencecik bir
teknik direktörü, ilk başarısızlıkta sırtlanların önüne atmak, şâheser bir "takımdan ayrı düz koşu" çalışmasıdır ve işler aksadığında "bakın ben söylemiştim; hem de 3'te 3 yaptığı en parlak zamanında bu tesbiti yapmıştım" diye kostaklanacaktır...
Non, merci! Artık eğlendirmiyor, ilgilendirmiyor, merak ettirmiyor, keyif vermiyor.
Vaktiyle efsâneydi; artık en baygınından
Brezilya dizisidir; "soap opera!"
En iyisi şöyle yapalım: Bülent korkmasın, dursun, Hıncal gitsin; giderken gevrek ve anlamsız kahkahalarını yanına almayı da unutmasın!