Tatiller nedense hep bir nevi suçluluk duygusu içinde geçer; ertesi günü
mesai, iş-güç, meşakkat.
Hele memurlar için daha belirgindir bu hüküm. Meşhur vecizedir, derler ki, memur takımı bütün hafta boyunca hafta sonu tatilinin yorgunluğunu atmak için dinlenir! Bu satırların yazarı da hayli zaman memuriyetle iştigal etmiş olduğu için, bu vecizeye yekten "iftirâ, bühtân!" diyemiyorum.
Benim favorim tatilden bir önceki günlerdir; bayramdan ziyade arife
tatlıdır.
Çocukluğumda cumartesileri de yarım gün okula gittiğimiz için daha cuma sabahı haftayı bitmiş kabul eder, önümdeki koca birbuçuk günün meşakkatini görmezden gelirdim. Aynı duygu askerde de yakamı bırakmadı, hatta hâdiseyi biraz daha geliştirmek bile mümkün oldu: Bu defa daha
pazartesi sabahından, önümüzdeki haftayı bitmiş kabul ederek mutluluk oyunu oynuyorduk. Hafta bir şekilde başladığına göre bitmiş demekti ve cumartesi sabahı "Evci" çıkıp evlerimize gidebilecektik!
Arife; bayramdan önceki gün; erkeklere evin dar geldiği (veya "dar edildiği"), kadınların ise kendilerini helâk edercesine ev temizliğine, bayram yemeklerine, eksik-gedik tedârikine, çamaşıra sıvandığı müstesnâ zaman. Başlarına ille de "çatma" dedikleri bir tülbent bağlayarak şakaklarının üzerinden geçirip iyice sıktırırlar, hastalanmaya bile haklarının olmadığını bilmenin çâresizliğiyle evlerini ertesi güne bir bayram yeri kılmak için delice didinir dururlar.
Âh, ne güzeldir, aynı mekân içinde yıllardan beri imrâr-ı vakt edilip durduğumuz halde hânelerimize sihirli bir "bayram evi" hâleti geçirivermek... İşte, kapı eşikleri her zamankinden daha çok ovula ovula kar beyazına çevrilmiş; pencereler hiç olmadığı kadar tertemiz; bütün çamaşırlar yıkanıp ütülenmiş. Tozunu bıraksın diye kilimdir, halıdır canından bezdirilmiş... Yemekler her zamankinden biraz daha zengin, biraz daha yağlı, biraz daha tatlı. Pabuçlar, bir kenarından kaykılmış da olsa gıcır gıcır boyalı. Çocuklara belki yeni
gömlek, pantolon, pabuç alınmamış olabilir ama mutlaka taze bir çift çorap tedârikine dikkat gösterilir.
Yarım
kolonya şişesi, evin erkeğiyle çarşıya gönderilip tamamlattırılır, kapağı eksikse dükkânının önünde açık kolonya satan
berber, bir çâresine bakıp bir şeyler uyduracaktır nasıl olsa. Bir kilo kâğıtlı
şeker de bulundurulmalıdır hatırlı misâfirler için. "Çocuklar, misafirle birlikte siz de şeker tabağına uzanmayın e mi, teşekkür ederiz deyin!" İyi de çocuklar,
kahve ikramlarından da benzer bir gerekçeyle "
terbiye" edilerek mahrum bırakılmamışlar mıydı: "Kahve içip de kararmak mı istiyorsunuz; sakın ha!"
Arife günü çarşının uğultulu kalabalığına dalıp, sinema gibi etrafta akıp duran canlı hayat selini seyretmek ne güzeldir. O günün henüz sabahında olanca renklerini, kokularını, ışıklarını kuşanır çarşılar. Kayısı ekşileri, asma yaprakları, lebleli,
üzüm, akide şekeri, balon; seyyar tezgâhlarına sıralanarak alıcısını bekleyen
ucuz kazaklar, gömlekler, çoraplar, pantolonlar, cicili-bicili çocuk ayakkabıları...
-Çocuğunu sevindir vatandaş!
İyi de, yılda bir kere, o da
kurban kemiklerini kırmak için kullanılacak
balta veya kırkım makasının çocuk sevindirmekle ne alâkası olabilir ki? Böyle şeylere pek aldırış edilmez; hatırlatma doğrudur. Çocuklar sevindirilmelidir; çocuklar bir şekilde sevindirilmelidir.
Bazıları
hayvan pazarına kadar uzanıp, kurbanlık fiyatlarına
kulak kesilerek piyasanın kalbini dinlemekten haz alırlar. Cambazlar işinin ehlidir; kolunuzu kaptırmışsanız vay halinize... Haydi
Allah kabul etsin!
Ve o güzelim kurbanlık hayvanların mâsum, duru bakışları...
Böyle arifeler hâlâ yaşanıyor biliyorum, var bir yerlerde...
Efendim; Kurban
Bayramı'nız kutlu olsun; Allah, "yakınlaşmak" arzularınızı makbul kılsın.