Genelkurmay’ın sessizce geçiştirdiği ya da
cevap verse bile bizatihi cevapların yeni sorular doğurduğu haberlerin bir dökümünü çıkarmaya çalışıyorum. Önümüzdeki salı bunların en önemlilerinden oluşmuş bir listeyle karşınızda olacağım.
Peşinen söyleyeyim: Amacım “orduyu yıpratmak” değil, tam tersine, “bir çubuğu hemen kırarsınız, ama biraraya gelmiş on çubuğu kıramazsınız” türünden kadim mesellerin anlattığı şeyin tersinin de geçerli olduğunu göstererek orduya bir nevi yardımcı olmak: Bir kötü örnek zihinlerde iz bırakmadan uçup gidebilir, fakat on kötü örnek biraraya geldiğinde bıraktığı izi bir daha silemezsiniz...
Sözünü ettiğim listede yer alacak örneklerden biri bu yazının konusu... Niye mi hem orada hem burada? Çünkü mevzuu bugün “gazetecilik”, salı günü de “ordunun itibarını korumak” açısından ele alacağım.
Başlıktan da anlayabileceğiniz gibi konumuz, 27
Mayıs 2009’da
Hakkâri’de altı askerin ölümüyle sonuçlanan ve basına “
mayın kazası” olarak yansıyan olay... Aslında, listenin salı günü hatırlatacağım öteki maddeleri de gazetecilik açısından incelenmeye muhtaç, fakat “Altı şehit” haberi bu açıdan biraz daha özellikli görünüyor.
Kürşat Bumin’in Yeni Şafak’ta yayımlanan 2 eylül tarihli, “Bu habere zamanında niçin kayıtsız kalındı?” başlıklı önemli yazısı çıkış noktamız olacak. Kürşat Bumin, özetin özeti, ağustosun son günlerinde
Taraf’ta yayımlandıktan sonra gazetelerin ve köşe yazarlarının ilgi alanına giren haberin 25 haziranda Zaman’da yayımlandığında neden ilgi uyandırmadığını soruşturuyor. Ayrıntıları aktardığımda, sizin de benim gibi “hakikaten ya!” diyeceğinize hiç kuşkum yok...
“Komutanım, mayınları biz döşemiştik”
Bumin, bir rezervle giriyor yazısına... “Rezervi rezervimdir” diyerek aktarıyorum:
“Gecikmeden bir hususu belirtmem gerekiyor. Bugün kendisinden ‘zamanında kayıtsız kalındı diye söz ettiğim haberin aktardığı bilgilerin gerçeği yansıtıp yansıtmadığını –ben de- bilmiyorum. Söz konusu bilgiler doğru da olabilir, olmayabilir de. Bizi bu konu hakkında aydınlatacak tek kaynak, Genelkurmay’dan çıkacak bir ‘bilgi notu’dur.”
Gelelim asıl mevzumuza... Meğer,
Çukurca tugay komutanıyla Hakkâri tümen komutanına ait olduğu öne sürülen bir konuşma bandına dayandırılan ve Taraf’ta yayımlandıktan sonra başka gazetelere ve köşelere de konu olan olay 25 haziranda Zaman gazetesinde en geniş haliyle yayımlanmış. İddiaya göre, altı askerin ölümüyle sonuçlanan patlamaya yol açan mayınları
PKK değil,
savunma amaçlı olarak bizzat askerler döşemiş. Bu bilgiyi tugay komutanı büyük bir üzüntüyle tümen komutanına aktarıyor; durumun bütün bölük komutanlarına anlatılmasına, her devir teslimde yeni komutanların da bilgilendirilmesine rağmen kendini sorumlu ve çok kötü hissettiğini söylüyor.
İtiraf ediyorum, ben Zaman’daki o haberi atlamışım. Bu yetmezmiş gibi, aynı günün (25 Haziran 2009) akşamı haberin genişçe ele alındığı TVNet’teki “Haberin İzinde”yi de izlememişim. (Kürşat Bumin ve Veyis Ateş’in sunduğu; salı, çarşamba ve perşembe günleri haberlerin ardından yayına giren program... Hararetle
tavsiye ediyorum.)
Fakat herkes mi benim gibi tongaya düştü? Olamaz herhalde. Olamaz, çünkü haber, dönüp baktım, Zaman’ın birinci sayfasında, sürmanşetin hemen yanından yayımlanmış. Gazetenin internet sitesinde de yayımlanan haber, oradan alınarak iki (sadece iki) internet sitesinde daha yayımlanmış. Ve mesele o gün kapanmış; ta ki ağustos sonunda Taraf’ta yeniden yayımlanana kadar...
Kürşat Bumin’in nokta-i nazarından bu habere ilişkin tuhaflıklar şöyle:
“Haber unutuldu gitti. İşin ilginç yanı haberi duyuran Zaman gazetesi de haberini unutmayı seçti. (...) Unutmadan: Zaman’ın 26 haziran tarihli haberine –zamanında- Taraf da ilgi göstermemişti. (...) ‘Teğmen’ olayından, daha doğrusu haberinden sonra Zaman’ın da gecikmeden eski haberini yeni bir habermiş gibi tekrar kullandığına şahit olduk. (Ben ilave edeyim, ya da düzelteyim: Zaman eski haberini hiç hatırlatmadan, Taraf’ın haberine referansla verdi haberi –A. G.) Ve de arkası hızla geldi.
“Sonra sıra geldi köşe yazarlarına. Belki inanmayacaksınız ama,
Fehmi Koru gibi gözünden bir şey kaçmayan bir
köşe yazarı bile Zaman’ın bu eski haberine ancak 30 ağustos tarihli yazısında yer verdi. (...) Milliyet’ten Hasan
Cemal de, Zaman’ın 26 haziran tarihli haberine zamanında ulaşamayanlar arasında. O da geçen gün şöyle yazıyor: ‘Bir haber daha var. O da Taraf’ta çıktı. (...) Taraf’tan
Yıldıray Oğur da iki gün önce, yazısının tamamını bu konuya ayırdı. O da olaya-habere ilişkin Genelkurmay’ın bir açıklama yapmasını istiyordu.”
Bumin, değerlendirmesini şöyle tamamlıyor:
“Bu hatırlatmaları ve değerlendirmeleri lafı bir yerlere getirmek istediğim ya da en azından bir şeyleri ima etmeye çalıştığım için yaptığım sanılmasın. Ben sadece bu sefer bir köşe yazarı olarak değil sadece bir ‘okur’ olarak sorguluyorum olup biteni. Ve tabii olarak bu haber örneğinden hareketle ülkemizdeki habercilik üzerine beslediğim şüphelerimin biraz daha arttığını da gözlemliyorum.”
Tembellik, cesaretsizlik, heyecansızlık...
Bumin’in, “konuyu kapatmadan önce”
Star yazarı Şamil
Tayyar’ın yazısına (“Orduyu Yıpratmak”, 27 ağustos) göndermeyle verdiği bilgiler, bu hakikaten çok tuhaf haber macerasını önemli ölçüde açıklar nitelikte... Tayyar, “Altı şehit” haberinde internete “düşen” kayıtları bütün gazetecilerin bildiğini, fakat kendisi dahil hiç kimsenin o kayıtları haberleştirmediğini yazıyordu.
Tayyar’ın “pimi çeken
teğmen” haberi için söyledikleri daha da ilginç:
“Derken, önceki gün Taraf, Elazığ’da dört erin hayatını kaybettiği patlamaya Teğmen M.T’nin yol açtığını yazdı. Baktım, dün neredeyse tüm gazetelerde bu haber var. Eminim, daha önce bu gazetelere ulaşsaydı, haber olmazdı. Nasıl olsa, ihtiyaç duyulması halinde yangına atılacak Taraf var. İtiraf etmeliyim, Taraf’taki haber, geçen hafta elimizdeydi, yayınlamadık.”
Kürşat Bumin’i ne kadar tatmin eder bilmiyorum ama, benim merak ettiği şeye ilişkin cevabım şöyle: Haber cesareti ve heyecanı olanlar, Türkiye’nin en çok satan gazetesinin en tepesinde yer alan bir haberi ıskalayacak kadar tembel olabiliyorlar; Zaman’daki o haberi görenlerin ya da ondan bağımsız olarak internete “düşen” kayıtlardan zaten haberdar olanların haber cesaretleri ve heyecanları ise Şamil Tayyar’ın
tarif ettiği kadar güdükleşebiliyor.
Heyecanını yitirmemiş muhabirlere tüyo...
Kürşat Bumin yazısında “Bizi bu konu hakkında aydınlatacak tek kaynak, Genelkurmay’dan çıkacak bir ‘bilgi notu’dur” demişti. Ben ise, o “bilgi notu”nun, hakikatte ne olduysa ona dair bir içerik taşıması için, yerine getirilmesi gereken daha pek çok gazetecilik işi olduğu kanaatindeyim.
Kanaatimce, deşilmesi gereken en önemli nokta şu (bantların doğru olduğu varsayımıyla gidiyorum, aksi takdirde “resmî açıklama” bekleyen ve bunu gazetecilik sananlardan oluruz):
Çukurca tugay komutanı, bir üstü olan tümen komutanına kendilerinin döşediği mayınların bütün komutanlara anlatıldığını, her devir teslimde de bu bilginin görevi yeni devralanlara izah edildiğini anlatıyor. Bunu, o gün orada ölen erlerden Deniz Demirci’nin babası Halil Demirci’nin, “altı aylık asker olan oğlunun dokuz yıldır askerin ayak basmadığı bir bölgede öldüğünü öğrendiği” bilgisiyle birleştirin... Bunlara bir de, “PKK mayını”na bağlanan olayın, bu yönüyle
Başbakan Erdoğan-
Ahmet Türk görüşmesinin yapılamaması sonucunu doğurduğunu ekleyin...
Ben bunları üst üste koyduğumda, o gün o erleri oraya gönderme emrinin nasıl ve kimler tarafından verildiği hususunda esaslı bir gazeteciliğe ihtiyacımız olduğu sonucunu çıkartıyorum. (Hiçbir peşin hüküm taşımıyorum; ola ki “bilgi nakli”nde unutmadan kaynaklanan bir kopukluk olmuştur, fakat bu olayda, imâ ettiğim tarzda bir şüphe taşımak gazetecinin sadece hakkı değil görevidir de). İlk anda sanıldığı gibi büyük bir “haber kaynağı” sorunu yok burada... Ölen erlerin arkadaşlarında esaslı bilgiler olabilir. Olayın üzerinden üç ay geçti, özellikle
terhis olan erler bu konuda gazetecilere çok yardımcı olabilirler.
Kürşat Bumin haklı: Biz gazetecilerin “Mayına altı şehit” haberinde çuvalladığımız çok açık. Bari bundan sonra görevimizi yapıp açığımızı kapatsak diyorum...