‘Gayret’i başarıdan değerli bulan spor adamı


‘Gayret’i başarıdan değerli bulan spor adamı Geçen yıl, yine eylül ayında Türkiye Milli Basketbol Takımı “EuroBasket 2009”u, yarı finali tek basketle kaybedip 8. olarak bitirmişti. Takım şahane oynamıştı ama “skorcular” her zamanki gibi dudak büküp kelle istediler. Kellesi istenen birinci kişi ise takımın koçu Bogdan Tanjeviç’ti. Tanjeviç, 2010 Dünya Şampiyonası’ndan önce kansere yakalandı, tedavi gördü. Tedavisi hâlâ devam ediyor, son bölümünü doktorlarının itirazına rağmen turnuva sonrasına bıraktı. Bugün, Tanjeviç’in “kötü koç”luğundan söz eden yok haliyle... Şimdi moda, onu, başarısızlığa tahammülü olmayan bir “piranha” olarak tarif etmek... Kansere karşı mücadelesini de “kanser seni paramparça edeceğim” tarzı bir hırsla yürüttüğünü sanıyorlar. Ben, EuroBasket 2009’dan hemen sonra, Ekim 2009’da Yeni Aktüel dergisi için bir Tanjeviç portresi yazmış, yazının spotunda şöyle demiştim: “Ekmeğini, bedavadan da olsa ‘başarı’nın yüceltildiği bir alandan çıkarmaya çalışıyor. Oysa o gayreti, çalışmayı, fedakârlığı ‘başarı’dan daha değerli bulan (ya da başarıyı ancak öyle anlamlı bulan) bir adam. Bu haliyle Tanjeviç, çok az sporseverin anlayıp onaylayabileceği trajik bir karakter...” Şimdi de öyle düşünüyorum: Bence o “başarı etiği”nin değil, “gayret ve sorumluluk” etiğinin peygamberi... Bu bakış açısıyla bir yıl önce yazdığım Tanjeviç portresini siz de okuyun istedim... Dünyanın en iyi basketbolcuları arasından seçilmiş, gerçekten de “dev” bir 12 adam düşünün... Yaşları itibariyle (diyelim 23-25 yaşlarında), diyelim beş yıl sonra da oyundan düşmeyecek, hatta belki kariyerlerinin zirvesine ulaşacak bir takım olsun bu... Onun karşısına, bugün yaşları 17-18 olan ve istikbal vaat eden basketbolculardan kurulmuş bir takım koyalım... Artık çalışmalarına ve performanslarına göre beş yıl sonra “muazzam”la “sıradan” arasında bir yerde olmalarını düşünebileceğimiz 12 genç adam... Siz de kendinizi basketbol antrenörü olarak düşünün. Gelip, “Bu iki takım beş yıl sonra dört galibiyet alanın şampiyon olacağı bir seride kapışacaklar” bilgisiyle birlikte “hangisini istersen onu vereceğiz sana” deseler, hangisini seçerdiniz? Soru biraz saçma mı geldi? Gelmesin. Çünkü dünyada, böyle bir teklif karşısında ikinci alternatifi seçecek basketbol antrenörleri de var. Ya da sağlamcılık yapıp şöyle diyeyim: En azından bir tane var! 23 yaşında ve antrenör... “Çok şükür ki maddiyatın hâkim olduğu günümüz dünyasında bile her şeyi para ile almak mümkün değildir. Şampiyonluk için paradan çok istek, çalışma, sıkıntı ve yaratıcılık gereklidir. İşte bu nedenle Tanjeviç’e hayranlık duymaktayım; doğruluğuna inandığı yolda yürüyen, üçüncü lige bile düşmeyi göze alıp, bunu bir başarısızlık olarak görmeyen, sonuçta da takımını bugün bulunduğu parlak konuma getiren bir antrenör. Başarısız bulunmak ve üç çocuğu ile kendini kapı önünde bulmak korkusu bile onu doğru bildiğini yapmaktan alıkoymamıştır. Bu Tanjeviç’in öyküsüdür ve onun yolunu izlersek bu yol bizi başarıya götürecektir.” Tanjeviç’in öğrencilerinden, şimdi onun Türk Milli Takımı’ndaki yardımcısı Nihat İziç’in satırlarındaki “Üçüncü lige bile düşmeyi göze alıp...” bölümünü varsayımsal bir cümle sanmayın. Hakikattir ve Tanjeviç’in temel karakterinin daha genç yaşlarında bile adamakıllı oturduğunu en güzel anlatan hikâyedir... Hikâyemiz, Yugoslavya’da çocuk denebilecek bir yaşta (1971’de, 23 yaşında) basketbol antrenörlüğüne başlayan Tanjeviç’in kariyerinin İtalya ayağında geçer... Tanjeviç 1982’de küme düşmemek için mücadele eden Juve Caserta’yı çalıştırmaya başladı. Üç yıl sonra takıma final oynattı. Sırada, “üçüncü lige düşmeyi göze aldığı” Stefanel Trieste macerası vardı. “Macera”yı öylesine kullanmadım. Bakın, Nihat İziç nasıl anlatıyor o günleri: “Kulübün sahibi o yıl ikinci ligde yer alan Stefanel’i birinci lige çıkarması amacıyla Tanjeviç’i getirmişti. Takımın kadrosu birinci lige çıkmaya yetecek tecrübeli ve kaliteli gençlerden oluşmaktaydı. Tanjeviç bu kadronun birinci lige çıkabileceğini gördü; fakat onun asıl hedefi İtalya şampiyonu olmaktı. Bu yüzden gençleri tutarak yaşlı oyuncuları yolladı. 16-17 yaşındaki oyuncularla güçlü İtalyan ikinci liginde mücadele etti ve sene sonunda üçüncü lige düştü. Yaptığı seçimin doğru olduğuna emin olarak çok çalışmaya devam etti ve üç sene sonra yükseldiği birinci ligde şampiyon oldu.” Bu hikâyenin kopyası o tarihten 10 yıl kadar önce Yugoslavya’da yaşanmıştı. Tanjeviç, Yugoslavya ikinci liginde oynayan Sarajevo’nun başına getirildiğinde henüz 23 yaşındaydı. Genç, isimsiz oyunculardan kurulu takım ilk yıl tutunamayıp üçüncü lige düştü. Fakat üç yıl sonra birinci ligdeydi ve Yugoslavya şampiyonuydu. Sarajevo 1979 yılında “Avrupa şampiyonu olan ilk Yugoslav takımı” olduğunda takımda hiçbir yabancı basketbolcu yoktu. “Tanjeviç rotasyonu” ve başka yenilikler Tanjeviç, tecessüs sahibi bir adam... Mevcutla yetinmemek, sürekli bir arayış içinde olmak onun için vazgeçilmez bir şey. Kariyerinin ilk yıllarında bile karakterinin oturmuş bir yanıydı bu: “Ben 1971 yılında Sarajevo takımıyla antrenörlüğe başladığımda, ilk üç-dört yıl Sarajevo’da kimse benim ne yapmak istediğimi anlamadığı için, taraftarın büyük bölümü bana karşıydı. Hatta aleyhime çok bağırıyorlardı. O zamanın en büyük takımı Kızılyıldız’dı, altı tane oyuncuyla oynuyorlardı. Ben 12 tane oyuncuyla oynuyordum. Yüksek tempoda basketbol oynamaya çalışıyorduk, çok oyuncu değiştirerek oynamaya çalışıyorduk. Üç-dört yıl sonra herkes benim tarafımda yer almaya başladı.” Böylece onun “basketbola getirdiği ve getirmeye çalıştığı yenilikler” faslına ve bilhassa da “rotasyon” faslına gelmiş bulunuyoruz. “Tanjeviç rotasyonu”nun ideal biçimini, “12 oyuncunun hemen hemen eşit sürelerle oynadığı ve dolayısıyla bütün oyuncuların maç boyunca zinde ve hevesli kaldığı bir basketbol tarzı” diye tanımlayabiliriz. Hiç şüphesiz ulaşılması çok zor bir hedef bu. Fakat ideal biçimine ulaşılamamış halinde bile çok keyif veren bir basketbol olduğu muhakkak. Son şampiyonada bizim takımın en çok bu yanını sevmemiş miydik? Tanjeviç’in taa İtalya yıllarından beri getirmeye çalıştığı bir başka yenilik, “her biri kısaların (da) yeteneğine sahip beş uzun”la oynamak... Bu idealine en çok İtalya’da şampiyon yaptığı Stefanel’de yaklaşmıştı: Fucka (2.15), Cantrella (2.15), Volter (2.15), Pol (2.04), Bodiroga (2.04). Basketbolu seyri daha zevkli bir spor haline getirmek için giriştiği mücadelelerinden birini de FIBA’ya karşı yürütüyor. Takımların 12 yerine 14 ya da 15 oyuncudan oluşması durumunda daha diri bir basketbolun oynanacağını, bilhassa turnuvalarda bunun bir zorunluluk haline geldiğini son turnuvadan sonra da tekrarladı. Gazeteler ve internet, onun yıllardır sürdürdüğü bu çabayı, “yenilgiye mazeret” olarak algılayan yorumcularla dolu. Zaten, skordan başka kıstas tanımayanların harareti öyle yüksek ki bugünlerde, iş, “Bogdan” olan ön adındaki “g”yi “k” olarak yazmaya kadar vardırıldı. İyi insan, iyi hoca... Böylelerine en güzel cevabı Ekşi Sözlük ’te okudum (böylelerinden orada da çok var): “2005: Basketboldan anlamayan... 2006: Gençleri iyi yetiştiriyor, kurt hoca... 2007: Basketboldan anlamayan, rotasyon meraklısı... 2008: Takımı kaynaştırdı, kurt hoca...” (“starcan”a teşekkürler.) Böyle, başka hakkaniyetli yorumlar da vardı. Milli takımın esip gürlediği ilk maçlarda kaleme alınan “hah, işte böyle oynamalıyız” yorumlarında “oynatan”dan hiç bahis olunmamasına esef eden yorumlar gibi... Etyen Mahçupyan, Tanjeviç’in isminin by-pass edilmesinde onun Türk olmamasının (ben “Sırp olmasının” diyeceğim) rolünü sorgulamıştı. Eğer öyleyse, şu satırları onları utandırmak için nakledip bitiriyorum: “Bogdan Tanjevic’in ailesi Karadağlı olmasına rağmen Bosna Hersek’in yaşamında çok önemli yeri vardır. Bogdan Bosna’ya yapılan saldırılardan dolayı sadece üzülmekle kalmayıp insancıl yardımlara katıldı. Eski takım oyuncularını İtalya’nın Trieste şehrinde bulunan evinde barındırdı. Onlara ve savaştan kaçan birçok Müslüman insana evini açtı. Evini açmakla kalmadı, başta Almanya, başka Avrupa ülkelerine kaçmaya çalışan insanlara maddi-manevi yardımda bulundu. Maddi yardım konusunda en ufak bir sır vermiyor. Bu konuda çok hassas. ‘Yapılan iyilik ve destek söylenmez’ diyor. Ancak onun çevresinde bulunan insanlardan sızan habere göre verdiği destek milyon dolara yaklaşıyormuş.” (İsmet Badem, Yeni Şafak, 16 Eylül 2009).
<< Önceki Haber ‘Gayret’i başarıdan değerli bulan spor adamı Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER