-"Ovalar rahat ve rehavet içinde mışıl mışılken zirvelerde boran olur, kar olur." Bizim milletimiz büyük medeniyetler kurmuş ve tarih yapmış zirve milletlerden olduğu için üzerinden kar,
tipi ve boran hiç eksik olmamıştır.
Bir zamanlar
altın yamaçlarda açan
zümrüt ağaçlar, dostların düşmanlarla barışıp gitmesinin de neticesinde hicran kervanına katılmış ve
gözyaşına karışıp giden yıllar boyu, bir zamanlar kasideler yazan bir milletin ağzından bu defa mersiyeler dökülmeye başlamış, onun 'haykıran şairler'i yıkılışımıza türküler dökegelmiştir. Temeşvarlı
Gazi Âşık Hasan'dan Bayburtlu Zihni'ye, ondan Alvarlı
Muhammed Lütfi Efendi'ye ve Mehmet Akif'imize kadar, şairlerimiz hep hicran, hep hicran dile getirir olmuşlardır. Meselâ, "Vîrânelerin yasçısı baykuşlara döndüm / Gördüm de hazânında bu Cennet gibi yurdu" diyen Akif'imizin şu mısraları ne kadar hazindir:
Yıllar geçiyor ki, yâ Muhammed, /?Aylar bize hep
Muharrem oldu! /?Akşam ne güneşli bir geceydi... /?Eyvah, o da leyl-i mâtem oldu! /?Âlem bugün üç yüz elli milyon?/ Mazluma yaman bir âlem oldu...
Vatanından cüda düşmüşlüğün ızdıraplarıyla inleyen Mevlânâ'nın neyi gibi, yıkılışımızın ve onun ardından millet ruhunun havaya verilişinin hicranına belki en içli gözyaşı dökenlerden biri de Filozof Rıza Tevfik olmuştur. 'Harap Ma'bed' adını verdiği şiirinde hicran gözyaşlarını şöyle akıtır o:
Vardım eşiğine yüzümü sürdüm,
Etrafını bütün dikenler almış;
Ulu mihrabında yazılar gördüm,
Kim bilir, ne mutlu zamandan kalmış!
Batan güneşlerin ölgün nigâhı,
Karartmış bırakmış o kıblegâhı;
Mazlum bir milletin baht-ı siyâhı,
Viran kubbesinde gölgeler salmış...
İslâm'ın bahtiyar bir zamanında
Âb-ı hayât varmış şadırvânında;
Şimdi harâb olan sa'yebânında
Dem çeken kuşların ömrü azalmış.
Âyât-ı hikmet var kitâbesinde,
Bir
ders-i ibret var hitabesinde;
Bağ-ı
cennet kokan harâbesinde
Tekbir sadâları artık bunalmış.
Hey Rızâ, secdeye baş koy da inle,
Dağlar dile gelsin senin derdinle!
Efsâne söyleyem, ağla, hem dinle:
O şerefli mâzî, meğer masalmış!
Rıza Tevfik, bir yandan böyle ağıtlar yakarken, diğer taraftan, camilere
kilit asıldığı, pek çoğunun yıkıldığı,
depo yapıldığı, minarelerin lâl ve ebkem hale getirildiği, Kur'ân'ın sesinin, soluğunun kısıldığı, Kur'ân okutmak ve öğretmek isteyenlerin cânî gibi takip edildiği, basında din adına her türlü yayının yasaklandığı
CHP tek parti idaresi dönemini idrak edince yaptıkları hataları yiğitçe
itiraf etmekte ve şöyle demekteydi:
Milliyet davası fıska büründü,
Ridâ-yi
diyanet yerde süründü,
Türk'ün ruhu zorla âsi göründü,
Hem Peygamber'ine, hem Allah'ına.
Rıza Nur, "Türk'ün ruhu âsi göründü" derken, tabiî ki Türk kelimesini bir ırk ismi olarak değil, bir milletin, milletimizin ismi olarak kullanıyordu. Zamanla, çok partili hayata geçişimizden sonra pek çok şey tamire uğradı. Fakat şimdi, ülkemiz toprakları içinde İslâm'ı ilk kucaklayan
Kürt kardeşlerimizin bölgesinde ve onlara karşı yeni zorlamalar, hem de onların davasını güttüğünü iddia eden bir parti tarafından sahneye konuluyor. İslâm'la hiç alâkası olmayan, hattâ ona düşman, hem Marksist-Leninist, hem
Zerdüşt, hem başka şey bazıları, bir yandan İslâm'ın kaç rekat olduğunu bile bilmedikleri cuma namazını istismar ederek
Kürtler arasında ve milletimiz içinde bölücülük yapmaya çalışıyor, diğer yandan, acıları bile unutulmaya yüz tutmuş bir faciayı yeniden canlandırarak,
Kürtçe ezan gibi cinayetlere
imza atabiliyorlar. Rıza Tevfik'in yukarıdaki kıtası, Türk'ün yerine Kürt'ü koyduğumuzda bunlara ne kadar da uyuyor:
Milliyet davası fıska büründü,
Ridâ-yi diyanet yerde süründü,
Kürt'ün ruhu zorla âsi göründü,
Hem Peygamber'ine, hem Allah'ına.