SP'nin geçen hafta gerçekleşen kongresi partide derin bir
çatlak olduğunu göstermiş oldu. SP'nin önümüzdeki günlerde içine gireceği mecra, yakın vadedeki siyasi gelişmeleri derin bir biçimde etkileyecektir.
Milli Görüş partilerinin son halkası olan SP, bugün görünen
küçük hacmine rağmen, iç toplumsal dinamizmin oluşmasında ve her defasında daha büyük ölçekli
siyaseti derin bir biçimde etkilemekte birinci derecede rol oynamaktadır. Çoğu siyaset bilimci kabul etmek istemese de, Milli Görüş partileri ile merkezî siyaset arasında karşılıklı etkileşim söz konusudur. Bkz.
Ali Bulaç, "Göçün ve Kentin Siyaseti /MNP'den SP'ye Milli Görüş Partileri" (Çıra Yayınları, 1. Bsm.,
İstanbul-2009, 605 shf.; "Göçün ve Kentin İktidarı -Milli Görüş'ten Muhafazakar Demokrasi'ye
AK Parti"- (Çıra Yayınları, 1. Bsm., İstanbul-2010, 400 shf.)
Belirtmem gerekir ki yazacaklarım, benim kişisel görüşümden neş'et eden bir değer hükmünün ifadesi olmayacak, olup bitenlerin bir resmini çizmeye çalışmak olacaktır.
"Beyaz liste"ye karşı "yeşil bir liste"nin ortaya çıkması, genel başkanlığını
Numan Kurtulmuş'un yapacağı bir partinin, geleneksel politik çizgisinde yoluna devam etmesi düşüncesinin ifadesiydi. Oysa bu, Kurtulmuş'un parti genel başkanlığına talip oluşunun sebeb-i hikmetine aykırıdır. Eski-geleneksel çizginin daha
genç bir liderin diliyle devam ettirilmesinin makul bir tarafı yok. Burada geleneksel çizgiden, temel siyasi tercihlerden çok, dil, üslup ve retoriği anlamak gerekir. Çünkü siyasi tercihlerde temel bir değişiklik söz konusuysa, bu, genç-
yaşlı çatışmasını aşan bir şeydir ki
Erbakan'ı kaygılandıran ana nokta burada bKurtulmuş'un, büyük çoğunluğuyla anlaşabildiği isimlerle çalışmak istemesi doğaldır. Şu var ki, ortada bir sorun var: Beyaz listede yer alan isimler, kendi kaynaklarıyla siyasi hareketi finanse edebilecek imkân ve güce sahip değildirler. Bütçeden
yardım alamayan bir parti, ya önceki birikimlerini kullanacak veya yeni
bağış kaynaklarını bulup harekete geçirecektir. Bu konuda avantajın yeşil liste tarafında olduğu açıktır.
Fakat çok daha önemli olan 2011'de beklenen sarsıcı gelişmelerdir: Son zamanlarda ortalıkta dolaşan bir iddiaya -belki de ustalıkla üretilmiş bir söylentiye- göre yakın gelecekte siyaseti bekleyen
sürpriz gelişmelerden biri "AK Parti-SP ittifakı", hatta "birleşmesi"dir. R.Tayyip Erdoğan'ın
cumhurbaşkanı olması durumunda kimin onun yerine geçeceğine ilişkin senaryoların yazımına çoktan başlanmış bulunmaktadır. Kuyumcu titizliğiyle hazırlanan bir senaryoya göre, birinci
aday Ahmet Davutoğlu, ikincisi Ali
Babacan, üçüncüsü Numan Kurtulmuş'tur. Gelişmeler öylesine çapraz seyreder ki, üçüncü isim bir anda ilk sıraya çıkabilir. Çünkü akla gelen isimler içinde Erdoğan'dan sonra AK Parti içinde geniş kitleleri mobilize edecek başka bir isim görünmemektedir. Böylelikle Kurtulmuş, işi Erdoğan'ın bıraktığı yerden alıp devam ettirecektir.
Bu iddiaya bakılırsa, Kurtulmuş'un son aylarda frene basıp gerektiği gibi AK Parti'ye karşı muhalefet yapmamasının bu söylentiyle ilgisi var. Şu anda SP'nin yüzde 3'lere düşüp 2,5 puanını AK Parti'ye kaptırması da bununla açıklanabilir. SP'nin içinde "kadınlara pozitif ayrımcılık" maddesi olan kısmi anayasa değişikliğine verdiği
destek, önümüzdeki siyasetin işaretlerinden biri sayılır. Belki de hem Erdoğan'ın hem Kurtulmuş'un haberleri olmadığı bu iddiayı Erbakan ciddiye aldı ve biraz da çevresindekilerin etkisinde yeşil listeyle sürece müdahil oldu. Değerlendirme şöyledir: SP'nin lideri AK Parti'nin başına geçerse, AK Parti SP'leşmez, aksine SP AK Partileşir. Bu ise 28 Şubat'la başarılamayan projenin yumuşak güçle başarılması, yani Milli Görüş'ün sona ermesi anlamına gelir.
Bunların tümü spekülasyon olabilir. Ama zaten siyaseti çoğu zaman aslı esası olmayan algılar ve spekülasyonlar etkilemiyor mu? Burada SP'nin yoluna devam etmesi önemlidir, bu çizgiye kesin ihtiyaç vardır. Bu sorunu Erbakan Hoca'nın birleştirici yönde koyacağı inisiyatif çözebilir ancak.